DERSHANE

Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu

2. ÜNİTE

2. ÜNİTE
1. İslam’ın Paylaşma ve Yardımlaşmaya Verdiği Önem

“Mutluluk paylaşıldıkça artar, üzüntü paylaşıldıkça azalır.” sözünün anlamı üzerinde arkadaşları­nızla konuşunuz.
Paylaşmak ve yardımlaşmak, herhangi bir şeyi başkalarıyla bölüşmek, bir işin yapılmasına katılmak, birbirinin sevinç ve üzüntüsüne ortak olmak demektir.
İnsan, toplumsal bir varlıktır. Hiç kimse tek başına yaşayamaz. Bu insan için doğuştan gelen bir özel­liktir. Toplumsal yaşam birlikte iş yapmayı, paylaşma ve yardımlaşmayı gerektirir. İnsan vücudundaki or­ganlardan her biri nasıl diğerine ihtiyaç duyuyorsa, toplum içinde yaşayan insanların da birbirine ihtiya­cı vardır. Çünkü toplumda işler paylaşma ve yardımlaşma içinde yürütülür. Paylaşma ve yardımlaşma yoluyla insan, hayatındaki ihtiyaçlarını kolayca giderebilir. Örneğin öğretmen, öğrencisinin eğitim ve öğ­retimi ile yakından ilgilenir. Doktor, hastasının iyileşmesi için çaba harcar. Fırıncı, asker, polis vb. işini iyi bir şekilde yapmaya özen gösterir. Herkes görev ve sorumluluklarını yerine getirirse toplumda huzur ve güven oluşur.
Toplumsal bir varlık olmasının yanı sıra insanın doğasında paylaşmak ve yardımlaşmak gibi özellik­ler vardır. Onun için beraber yaşadığı insanların maddi ve manevi sıkıntılarını, üzüntülerini gördüğü za­man bunların giderilmesinde onlara yardım etmek ister. İnsan, sorunlarını da tek başına çözemez. Yar­dımlaşmak zorundadır. Bu zorunlulukların yaşama geçirilmesi insan olma özelliğimizdendir.
Çevremizdeki insanlarla maddi imkânlarımızı paylaşırız. Çünkü bütün insanlar, imkânları ve ihtiyaçları açısından aynı değildir. Toplumda varlıklı kimseler olduğu gibi yoksul olanlar ve yardıma ihtiyaç duyanlar da vardır. Bu kişiler, çoğu zaman yeme, içme, giyinme, barınma ve sağlık gibi en temel gereksinimlerini bile karşılamakta zorlanırlar. Varlıklı kimseler, beraber yaşadığı ihtiyaç sahibi insanların sıkıntılarını, üzün­tülerini gördüğü zaman onları gidermek ister. Bu, insan olmanın ve birarada yaşamanın bir gereğidir.
İnsan, maddi imkânları yanında sevinç ve üzüntülerini de başkalarıyla paylaşmaya ihtiyaç duyar. Örneğin doğum günümüzde veya önemli bir sınavı başardığımızda sevinç ve mutluluğumuzu ailemizle, arkadaşlarımızla, akraba ve dostlarımızla paylaşmak isteriz. Yine üzüntülü bir günümüzde bizi teselli edecek insanlara ihtiyaç duyarız. Böyle anları paylaşmak üzüntülerimizi azaltır. Birinin sıkıntısını gidermek, birinin derdine çare olmak bize huzur ve mutluluk verir. Yardım ettiğimiz o insanları bize yaklaştırır. Aramız­daki sevgiyi artırır. Böylece hem çevremizdeki sevgi çemberi genişler hem de toplumsal barış yaygınlaşır.
İslam, maddi ve manevi paylaşma ve yardımlaşmaya önem veren bir dindir. Çünkü İslam, insanların mutlu ve huzur­lu bir ortamda yaşamalarını amaçlar. Toplumda barış ve sev­ginin egemen olmasını İster. İslam dininde her yönüyle paylaşma ve yardımlaşma “iyilik” kapsamında değerlendirilir. Kur’an-ı Kerim’de, “...İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmek­ten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşman­lık üzere yardımlaşmayın...”(1) gibi pek çok ayette iyiliğin bir parçası ve iyiliğe ulaşmanın yollarında biri olarak paylaşma ve yardımlaşma emredilir. Bir ayette şöyle buyrulur: “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişe­mezsiniz... ”(2)
Kur’an’da en çok üzerinde durulan ve teşvik edilen hususlardan biri, Allah’ın (c.c.) verdiği nimetlerin paylaşılmasıdır. Bu bağlamda öncelikle insanların birbirleriyle sahip oldukları maddi imkânları paylaşma­ları öğütlenir. Bununla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Ey iman edenler!”... size rızık ola­rak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın...”(3) 4 5 buyrulmaktadır. Allah (c.c.) yolunda harcamak, zor durumda olanlara yardım etmektir.
İslam, kişinin sahip olduğu maddi imkânlarını anne ve baba, akraba, komşu, yoksul ve kimsesizlerle paylaşılmasını ister. Onların korunup gözetilmesini, ihtiyaçlarının karşılanmasını öğütler. Bu durum, Kur’an’da pek çok ayette sıkça vurgulanır. Bir ayette şöyle buyrulur: “Sana Allah yolunda ne harcaya­caklarını soruyorlar. De ki: ‘Hayır olarak ne harcarsanız o, ana-baba, akraba, yetimler, fakirler ve yolda kalmışlar içindir... ”(4> İslam’ın paylaşma ve yardımlaşmaya ilişkin öğütleri yoğun bir şekilde İsrâ suresinde yer alır. Surede paylaşma ve yardımlaşmayı öğütleyen ayetlerde dengeli paylaşma bilinci hu­susunda bazı ölçütler de ortaya konur. Bunlar; bütün nimetleri verenin Allah (c.c.) olduğunu hatırdan çı­karmamak, paylaşmaya akrabalardan başlamaktır. Ayrıca harcarken dengeli olmak, saçıp savurmamak, fakirlere, yolda kalmışlara yardım etmek, özellikle muhtaç olmasına karşı isteyemeyenleri gözetmek şeklinde özetlenebilecek ölçütlerdir/5*
İslam, durumu iyi olanların olmayanlara yardım etmelerini, fakirlerin onların mallarındaki hakkı olarak değerlendirir. Bir ayette şöyle buyrulur: “Mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyeme- yip) mahrum olanlar için bir hak vardır.”(6) 7 Onun için İslam dininde elindeki imkânları yoksullarla pay­laşmayanlar eleştirilir. Örneğin Mâ’ûn suresinde yoksulu doyurmayan ve yoksulu doyurmaya teşvik et­meyenler, yetimi itip kakanlar ve en ufak bir yardıma engel olanlar kınanır/7*
Hz. Peygamber de (s.a.v.) pek çok hadisinde pay­laşma ve yardımlaşmanın önemini vurgular. Örneğin bir hadisinde toplumu bir bedene benzeterek toplumsal bütünlüğü sağlamada paylaşma ve yardımlaşmanın önemini şöyle belirtir: “Müminler birbirlerini sevme­de, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede tıp­kı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan be­dene benzer.”(8) Yine, “Yanı başındaki komşusu aç­ken tok yatan kimse gerçek anlamda iman etmemiş­tir.”® ve “...İnsanların en hayırlısı, insanlara en faz­la yararı dokunandır.”*8 9 10’ gibi pek çok hadisinde Müs- lümanın temel özelliklerinden birinin paylaşma ve yar­dımlaşmaya önem vermek olduğuna işaret eder.
İslam’da paylaşma ve yardımlaşma sadece maddi konularda değerlendirilmez. Örneğin Kur’an-ı Ke- rim’de verecek bir şeyi olmayanın muhtaç durumda olanlara gönül alıcı güzel sözler söylemesi, paylaş­ma bilinci kapsamında değerlendirir.*11’ Hadislerde de İnsanların sevinç ve üzüntülerini paylaşmak Müs- lümanın Müslüman üzerindeki haklarından sayılmıştır. Bu bağlamda hasta ziyareti, davete icabet, cena­zelere katılmak ve taziyede bulunmak hadislerde öğütlenen paylaşma ve yardımlaşma örneklerindendir.*12’ Bu kapsamda İslam’a göre üzüntülü bir arkadaşımızı teselli etmek, birbirimizin sorunlarını dinleyip yol göstermek yardımdır.
İslam dininde hiçbir yarar gözetmeksizin sadece Allah’ın (c.c.) rızasını, hoşnutluğunu kazanmak ama­cıyla gerçekleştirilen maddi ve manevi yardımlaşmanın Allah (c.c.) katında da bir mükâfatı vardır. Kur’an-ı Kerim’de bir ayette, “Mallarını gece gündüz; gizli ve açık Allah yolunda harcayanlar var ya, onların Rab’leri katında mükâfatları vardır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.”*13’ buyrulur ve böyle davrananları Allah’ın (c.c.) sevdiği bildirilir.<14> Hz. Peygamber de (c.c.) konuyla ilgili bir hadisinde şöyle buyurur: “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yalnız bırakmaz, bir kimse Müslüman kardeşinin ihtiyacını karşılarsa Allah da ona yardım eder. Bir kimse bir Müs- lümanın sıkıntısını giderirse Allah da kıyamet günü onun sıkıntılarından birini giderir. Bir kimse din kardeşinin ayıbını örterse Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter.”*15’
İslam dininin paylaşma ve yardımlaşmaya verdiği önemin en güzel örneği Mekke’den Medine’ye hicret eden muhacirlerle Medineli Müslümanlar yani ensar arasında gerçekleştirilen kardeşlik dayanış­masıdır. Bu, tarihte benzeri görülmemiş bir dayanışma, paylaşma ve fedakârlık örneğidir. Medineli sa- habiler, sadece inançlarından dolayı her şeylerini bırakarak Mekke’yi terk etmek zorunda kalan Mekke- li muhacirler ile bütün imkânlarını paylaşmışlardır. Bundan dolayı da “ensar” (yardım edenler) adını al­mışlardır. Bu yardımlaşmanın temeli mal zenginliğine değil, iman ve gönül zenginliğine dayanır. İslam’ın paylaşma ve yardımlaşma yaklaşımının özü bu uygulamada somut bir biçimde görülmektedir/16 17’
İslam yoksullara, çalışamayan güçsüz ve sa­katlara yardım edilmesini emreder. Allah (c.c.) on­ları nimetlerinden haklarını alamayanlar olarak kabul eder. İhtiyaç sahiplerine yardım etmek, on­lara haklarını vermektir. Bu yardım, maddi yapıl­dığı gibi sevgi ve şefkat göstermek şeklinde ma­nevi olarak da yapılabilir. Dolayısıyla yoksulları, kimsesizleri ve yetimleri gözetip korumalı, sevinç­li ve üzüntülü günlerimizde birbirimizin yanında olmalıyız.
İslam dininde paylaşma ve yardımlaşma yalnızca bireysel ya da toplumsal bir görev değildir. Aynı za­manda ibadettir. Bir ibadet olarak İslam’da zekât ve sadaka, toplumda paylaşma ve yardımlaşmanın ger­çekleşmesinin en önemli yollarından biridir.

ZEKAT
SORU : Zekât, kelime olarak “ne gibi anlamlara gelir. 
CEVAP : artmak, çoğalmak, arınmak, temizlenmek, temizleme, gelişme, büyüme ve be­reket”
SORU : Dinî bir terim olarak zekât,ne’ demektir.
CEVAP :  “dinen zengin olan bir Müslümanın, ibadet niyetiy­le her yıl malının ve parasının belirli bir miktarını yoksul Müslümanlar başta olmak üzere Kur’an-ı Ke­rim’de belirlenen yerlere vermesi
SORU : Zekât, nasıl bir ibadettir
CEVAP : mal ile yapılan 
SORU : Ne zaman nerede farz kılınmıştır
CEVAP : Hicretin ikinci senesinde Medine’de .

 İslam, paylaşmayı imanla bütünleştirerek zekât vermeyi İslam’ın temel şartlarından biri hâline getirir. Kur’an-ı Kerim’de, “Namazı kılın, zekâtı verin...”(19) gibi pek çok ayette zekâtın farz olduğu bildirilir. Kur’an’da, Allah’ın (c.c.) zenginlere ihsan ettiği malda fakirlerin hakkı olduğunun belirtilmesi'20’, onların ihtiyaç sa­hiplerine yardım yapmalarının bir lütuf değil, aksine insani bir borç ve yükümlülük olduğunu gösterir. Onun için İslam, fakirlere yardımı kişinin isteğine bırakmamış, zengin olan herkesin zekât vermesini farz kılmıştır. Dolayısıyla İslam’da zenginlerin mallarının bir kısmını ihtiyaç sahipleriyle paylaşmaları istenir. Kur’an’da şöyle buyrulur: “...Allah’ın size verdiği maldan onlara verin...”'21’ Hz. Peygamberde (s.a.v.) zekâtın farz oluşuyla ilgili şöyle buyurur: “Onlara söyle, Allah mallarında zekâtı farz kıldı. Bu zekât zenginlerden alınır ve fakirlere verilir.”'22’
Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayette zekât veren zengin Müslümanların Allah’ın (c.c.) sevdiği, kurtuluşa eren kimseler olduğu ve öbür dünyada ödüllendirilecekleri bildirilir. Konuyla ilgili bir ayette şöyle buyru­lur: “Onlar; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren kimselerdir... İşte onlar, Rab’lerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”'23’

SORU : İslam dininde bir kimsenin zekât vermekle yükümlü olabilmesi için ne gerekir. 
CEVAP : Müslüman, akıllı, ergenlik çağına ulaşmış olması
Ayrıca borcundan ve temel ihtiyaçlarından fazla artıcı, yani kazanç sağlayıcı nitelikte nisap miktarı mala sahip olmalıdır.

Tanımda geçen “nisap” kelime olarak her şeyin aslı, kökü, asgari miktar gibi anlamlarına gelir. 
SORU : Nisap,nedir
CEVAP : dinen zekât ve hac gibi mali yükümlülükleri yerine getirebilmek için zengin olmanın as­gari sınırı veya asgari zenginlik ölçüsüne denir
SORU : Borcundan ve temel ihtiyaçlarından fazla mal ve paraya sahip olan kişi dinen nedir 
CEVAP : zengin sayılır.
SORU : Bu da nedir
CEVAP :  Temel ihtiyaçların dışında en az 85 gram altın veya ona eşdeğer mal ya da paraya sahip olmak olarak kabul edilir.
SORU : Asgari zenginlik ölçüsü kabul edilen nisap hesaplanırken dışarıda tutulan temel ihtiyaçlar nelerdir
CEVAP :  ev, binit, kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin bir yıllık yiyecek ve giyecekleri, lüzum­lu ev eşyaları, şahsi kitaplar, çeşitli meslek sahiplerinin aletleri ve kişinin yaşamı için zorunlu olan diğer şeylerdir. 
SORU : Temel ihtiyaçlar zaman, ortam ve şartlara görede değişiklik gösterebilir.mi
CEVAP : Evet  Örneğin göçebe hayatı yaşayanlar için ev temel ihtiyaç değilken yerleşik hayattakiler için zorunlu bir ihtiyaçtır. 
SORU : Buna göre temel ihtiyaçlarda dikkate alınacak ölçüt, nedir
CEVAP : kişinin içinde yaşadığı şartlara göre  kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin yeme, içme, giyim kuşam, barınma ve eğitim gibi  zorunlu giderlerini karşılayacak olan tutardır. 
SORU : İşte zekât nisabı hesaplanırken bu meblağ dışarıda tutulmaktadır. Neden
CEVAP : Çünkü temel ihtiyaç miktarı mal, kişinin yaşaması için zorunlu olan miktardır. 

Zekât Nelerden Verilir?
SORU : Bir malın zekâtının verilebilmesi için ne gerekir olması gerekir.(24)
CEVAP : o malın ihtiyaç fazlası, gelir getiren cinsten ve üzerinden bir kameri, yani ay yılı geçmiş olmalı
SORU :  Buna göre zekâtı verilmesi gereken mallar nelerdir
CEVAP :Koyun, keçi gibi küçükbaş hayvanlar  
sığır, manda ve deve gibi büyükbaş hayvanlar
Altın, gümüş, nakit para ve menkul değerler
Toprak ürünleri
Ticaret malları 

Hayvanların Zekâtı
SORU : Üretmek, süt veya yün almak maksadı ile beslenen ve yılın yarıdan fazlasını otlaklarda geçiren koyun, keçi, sığır, manda ve develer sayıca nisap miktarına ulaştıkları takdirde neye tabi olurlar. 
CEVAP : zekâta
SORU : Bu hayvanların nisabı ve zekât oranı nasıldır
CEVAP : 
Koyun ve keçinin zekâtı kırkta bir; 
sığır ve manda gibi büyükbaş hayvanların zekâtı otuzda bir; 
beş deve için bir koyun veya keçi zekât olarak verilir.

Altın, Gümüş, Nakit Para, Ticaret Malları ve Menkul Değerlerin Zekâtı
SORU : Altın, gümüş veya ticaret malı açısından zengin olanlar, bunların parasal değerlerinin ne kadarını zekât olarak verirler. 
CEVAP : kırkta birini
SORU : Altın ve gümüş dışında ticaret için olmayan inci, zümrüt ve elmas gibi süs eşyaları için zekât verilir mi 
CEVAP : Hayır
SORU : Nakit parası olanlar için de oran ne kadardır 
CEVAP : kırkta birdir.
SORU : Mevcut para tek başına nisap miktarını bulmazsa varsa altın ve ticaret malları ne yapılır
CEVAP :  birleştirilir ve hepsinin toplamı nisap miktarını bulursa zekâtları verilir. 
SORU : Çeşitli şirket ve guruplar tarafından çıkarılıp menkul kıy­metler borsasında alınıp satılan hisse senetlerinin zekatı verilir mi
CEVAP :  ticaret malı gibi olduğundan bunların değerleri üzerinden zekât verilir.

Toprak Ürünlerinin Zekâtı
SORU : Yağmur veya ırmak suyuyla sulanan toprak ürünlerinin zekâtı ne kadar
CEVAP : onda bir,
SORU :  masraf yapılarak su­lananların zekatı ne kadar
CEVAP : yirmide bir
SORU :  Zekât verilen diğer malların üzerinden bir yıl geçmesi şar­tı aranırken toprak ürünlerinin zekâtı ne zaman verilir.
CEVAP : hasat döneminde
SORU :  Toplumumuzda toprak ürünlerin­den alınan zekâta ne denir.
CEVAP : öşür


Zekât Kimlere Verilir?
İslam dininde zekât verilecek kimseler Tevbe suresinin 60. ayetiyle belirlenmiştir. İlgili ayette l
i şöyle buyrulur: “Sadakalar (zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, i
; zekât toplayan memurlar, kalpleri İslam’a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturu-
; lacak) köleler, borçlular, Allah yolunda olanlar ve yolda kalmış yolcular içindir...”

Tevbe suresi 60. ayetine göre zekât verilebilecek sekiz grup şunlardır:
 Yoksullar: Temel ihtiyaçlarını bile karşılayacak bir gelire sahip olmayanlardır.
 Düşkünler: Hiçbir geliri ve malı olmayan yoksul kişilerdir.
Borçlular:Zorunlu ihtiyaçlarını karşılamak için borçlanmış, ödeme zorluğu çeken kimselerdir.
Zekât toplamakla görevli memurlar: Eskiden bu işle görevlendirilen memurlar bulunurdu. 
Bunların maaşları toplanan zekâttan verilirdi.
  Kalpleri Müslümanlığa ısındırılmak istenenler: Müslüman olmaya yatkın olanlardır.
  Köleler: Eskiden savaşlarda esir olanlar, belli bir para karşılığı özgürlüklerini geri alırlardı. Bunlara da zekât verilirdi.
 Allah (c.c.) yolunda çalışanlar: Maddi sıkıntı çeken öğrenciler, bilginler vb. kimselerdir.
 Yolda kalmış parasız yolcular: Parası bitmiş, yolda kalmış kimselerdir. evlerine dönebilmeleri için zekât verilir.

SORU : Bakmakla yükümlü olunan anne, baba, dede, nine, çocuklar, torunlar ve eşe zekât verilir mi
CEVAP : Hayır
SORU : Müslüman olmayanlara ve zenginlere de zekât verilir mi. 
CEVAP : Hayır
SORU : Herhangi bir dernek veya kuruma da zekât verilir mi
CEVAP : Hayır
SORU : Zekât vermekle yükümlü olan kimse, zekâtı kendisi verebileceği gibi bir başkasını vekil ederek de verdirebilir. mi
CEVAP : Evet
SORU : zekâtı verecek kişinin bunun zekât olduğuna niyet etmesi gerekir. mi
CEVAP : Her iki durumda da gerekir
SORU : Zekâtı yoksullara verirken bunun zekât olduğunu söylemek şart mıdır
CEVAP : Hayır
SORU : Zekât sadece bir kişiye mi verilebilebilir
CEVAP : Hayır birkaç kişi arasında da paylaştırılabilir.
SORU : Zekât vermeye kimlerden başlanması daha uygun olur. 
CEVAP : kardeş, kardeş çocukları, amca, dayı, teyze, hala ve bunların çocukları gibi  yakın akrabalardan
SORU : Sonra kimlere  zekât verilir
CEVAP : komşulara ve diğer Müslümanlara
.
Zekât Nasıl Verilir?

Zekâtın nelerden ve kimlere verileceği kadar nasıl verileceği de önemlidir. Zekât verirken öncelikle gerçek ihtiyaç sahipleri bulunmalıdır. 
Eğer mal olarak verilecekse iyi olanından verilmesi gerekir. 
Zekât verilen kişi hiçbir şekilde incitilip küçük düşürülmemeli, onuru zedelenmemelidir.
i Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Öyleyse sakın yetimi ezme! Sakın isteyeni azarlama!”(29> Yi- i ' ne zekât verirken gizliliğe de özen gösterilmelidir. Bu konuda da Kur’an’da şöyle buyrulur: “Şada- i ; kaları (zekâtları) açıktan verirseniz ne güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu ■ : sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına da kefaret olur. Allah yaptıklarınız- ; dan hakkıyla haberdardır.”(30)

Zekât veren kimse, yerine getirdiği yükümlülükten dolayı gurur ve kibre kapılmamalıdır. 
Alçak gönül­lü, anlayışlı ve hoşgörülü olmalıdır. 
Zekâtın bir ibadet olduğunu bilmeli, gösterişten uzak olarak sadece Allah (c.c.) rızası için vermelidir. 
Zekât alan kimse de herhangi bir eziklik duymamalıdır. 
Bu durumu bir paylaşma, yardımlaşma ve dayanışma olarak değerlendirmelidir.

' , Etkinlik
İlkeler Çıkarıyoruz
“Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının peşinden (bunları) başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin Rab’leri katında mükâfatları vardır. Onlar için kor­ku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.” (Bakara suresi, 262. ayet.)
“Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı hâlde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandık­larından hiçbir şey elde edemezler...” (Bakara suresi, 264. ayet.)
Yukarıdaki ayetlerden zekât verirken dikkat edilmesi gereken ilkeleri çıkarıp arkadaşlarınızla de­ğerlendiriniz.
2.2.
Yardımlaşma ve Dayanışma Yolu Olarak Sadaka
İslam dininde paylaşma ve yardımlaşmanın yollarından biri de sadaka vermektir.  




SORU : , bir kişinin kendi isteğiyle yalnızca Allah (c.c.) rızası için fakir ve muhtaçlara yaptığı maddi yardıma ne denir
CEVAP : Sadaka
SORU : Maddi olan sadakada miktar ve zaman sınırlaması var mıdır
CEVAP : hayır
SORU : Kişi istediği zaman ve istediği miktarda sadaka verebilir. mi
CEVAP : evet
SORU : Ayrıca sadaka verecek kişinin zengin olması gerekmez.
CEVAP : hayır
 Bu yüzden sadaka, zekâttan daha kapsamlı bir yardım şeklidir. Zekât, sadakanın farz olan kısmına denir.

Kur’an-ı Kerim’in pek çok ayetinde inananlara sadaka vermeleri öğütlenir. Bir ayette şöyle buyrulur: “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın...”(31> Hz. Peygamber de (s.a.v.) şöyle buyurur: “Her insanın sadaka vermesi gerekir.”(32>
Sadaka, Hz. Peygamber’in (s.a.v.), “Her iyilik, güzel iş bir sadakadır.”* 32 (33) hadisinde buyurduğu gi­bi maddi yardımların yanı sıra ibadet niyetiyle yapılan her türlü iyiliğe, güzel ve yararlı iş ve davranışla­ra da denir.(34> Örneğin İslam’da bir hastayı ziyaret etmek, birine güler yüzle selam vermek, otobüste yaş­lı bir insana yer vermek, yaşlı bir insanı karşıdan karşıya geçirmek, birine gönül alıcı güzel bir söz söy­lemek birer sadakadır.
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) pek çok hadisinde geniş anlamıy­la sadakaya örnekler verilir. Örneğin bir hadiste şöyle buyrulur: “Güneşin doğduğu her gün, insanın bütün eklemleri için sadaka vermesi gerekir. İki kişinin arasını düzeltmen sada­kadır. Bir kimseyi kaldırarak hayvanına binmesine yardım­cı olman veya eşyasını ona yüklemen sadakadır. Güzel söz de sadakadır. Namaza giderken attığın her adım sadakadır. Yoldaki rahatsızlık veren şeyleri kaldırman sadakadır.”135’ Yi­ne Hz. Peygamber (s.a.v.) selam vermenin'36’, çevresindeki in­sanlara güler yüzlü davranmanın'37’, kaybolan birine yol tarifinin ve iyi göremeyen birine rehberlik etmenin'38’, kişinin ailesi için yaptığı harcamaların'39’ vb. sadaka kapsamında olduğunu bildi­rir. 

SORU : Buna göre kişinin insanlar, hayvanlar, doğal ve sosyal çevre için yaptığı her türlü iyilik, lütuf ve ihsan sadaka kapsamında mıdır.
CEVAP : evet
SORU : Bazı sadakalar, kişi öldükten sonra da ona sevap kazandır­maya devam eder. Bunlara ne denir. 
CEVAP : sadaka-i câriye
Kesintisiz bir şekilde sürüp giden, devam eden sadaka demektir. Bir hadiste sürekli sevap kaynağı olan güzel işler şöyle belirtilir: “Âdemoğ­lu öldüğü zaman amel defteri kapanır. Üç kimse bunun dı­şındadır. Kesintisiz sadaka (sadaka-i câriye) meydana geti­renler, topluma yararlı bir ilim (talebe/eser) bırakanlar ve kendisine hayır dua eden hayırlı çocuk yetiştirenler.”'40’ 
SORU : Bu hadise göre yol, köprü, çeşme, mescit, yoksullar için aş evi, has­tane ve okul gibi hayır yerleri ve Allah (c.c.) yolunda yapılan va­kıflar kesintisiz sadaka kapsamında mıdır.
CEVAP : evet
SORU :  İnsanlar bu gibi yerler­den yararlandığı sürece bunları yaptıranlar, yapılmasına vesile olanlar, yol gösterenler ve destek olanlar gerek sağlıklarında ge­rekse vefatlarından sonra sevap kazanmaya devam ederler. mi
CEVAP : evet
SORU :  İnsanlığın yararlanması için ortaya konulan keşifler, bilimsel çalışmalar ve kişinin vefatından sonra kendisinin rahmetle anıl­masına sebep olacak evlat da kesintisiz sadaka kapsamında mıdır.
CEVAP : evet

SORU : Sadakaların içinde en çok bilineni ise “fitir sadakasıdır. Fıtır sadakasına halk arasında ne denir. 
CEVAP : fitre
SORU : Dinen zengin sayılan bir Müslüman’ın fitre vermesi nedir
CEVAP : vaciptir.
SORU : Fitre, ne kadar verilir. 
CEVAP : zekât gibi   yılda bir kez
SORU : Fitre verilir­ken niyet edilir. mi
CEVAP : evet
SORU : Miktarı ne kadardır.
CEVAP : bir kişinin günlük gıda gereksinimi
Bu miktar ülkemizde her yıl Diyanet İşleri Başkanlığınca belirlenir ve duyurulur. İsteyenler bu miktarın üstünde de fitre verebilirler. Fitre verme­ye en yakınımızdaki ihtiyaç sahiplerinden başlanır. 
SORU : Fitre, nasıl verilir. 
CEVAP : en küçük çocuklar dâhil, evde yaşayan herkes için ayrı ayrı (Çocukların fitrelerini anne ve babaları verirler.)
SORU :  Fitre, ne zaman verilir.
CEVAP : ramazan ayında 

İslam dini, hâli vakti yerinde olanların, fakirlere sağ elin ver­diğinden sol elin haberi olmayacak şekilde yardım etmelerini emreder. Yardımların gizlice verilmesi, yardım alanların renci­de edilmemesi açısından son derece önemlidir. İşte eskiden en göze batmayan yardım şekillerinden biri, “sadaka taşları” kullanılarak yapılanlardı. Sadaka taşlarının üst kısımlarının or­tasına çanağa benzer bir oyuk açılır, gizlice sadaka vermek is­teyenler parayı buraya bırakırlardı. Taşların yanında, tepeleri­ne rahatça ulaşılabilmesi için birkaç basamak konurdu.
Hâli vakti yerinde olan insanlar, semtin fakir insanları için gönüllerinden koptuğu kadarıyla bu taşların üzerine para bı­rakırlardı. Semtin fakirleri de ihtiyaçları kadar parayı burada birikenden alırlar, geri kalanı diğer ihtiyacı olan fakirler için bı­rakırlardı. İhtiyacı olmasına rağmen dilenmekten çekinen ve­ya derdini kimselere açamayan fakirler açısından sadaka taşları hayati ihtiyaçlarını karşıladıkları bir bereket kaynağıy­dı. O dönemdeki fakirlerde de öyle bir bilinç oluşmuştu ki kendileri gibi ihtiyacı olan başka insanları da düşünerek bıra­kılan paraların tamamını değil, yalnızca acil ihtiyaçları kada­rını alırlardı.
Sadaka taşlarına gelenlerden kimin bu taşlara para koymak, kimin para almak için geldiğini Al­lah’tan (c.c.) başka kimse bilmezdi. Vermek isteyen sessizce sadakasını oraya koyarken ihtiyaç sa­hibi de ihtiyacı kadar parayı gizlice alıp uzaklaşırdı. Böylece sadaka vereni kimse tanımadığı için ri­ya da söz konusu olmazdı. Çoğunlukla kimse farkında olmadığından fakirin de onuru zedelenmez­di. Buralardan acil ihtiyaçlarını karşılamak için para alan fakirler, bu taşlara sadaka bırakan meçhul hayırseverlere dua etmeyi ihmal etmezlerdi. Böylece buralara gizlice para bırakarak hayır işleyen­ler, hiç tanımadıkları ve bilmedikleri fakirlerin duasını alırlardı.

İslam dininde sadaka vermek ibadettir. Onun için bu ibadeti yapanlar ödüllendirilecektir. Bununla ilgili olarak bir ayette şöyle buyrulur: “...Sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar... var ya işte on­lar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”142* Hz. Peygamber de (s.a.v.) bu konu­da şöyle buyurur: “Kıyamet günü müminin gölgesi (onu koruyacak şey) sadakasıdır.”143*
Sadakayı Allah (c.c.) rızası için ve verilen kişinin onurunu zedelemeden, gösterişten uzak olarak vermeye dikkat etmek gerekir. Sadaka verilirken de öncelikle ihtiyaç sahibi akrabaların gözetilmesi daha uygundur.
İslam dininin emrettiği zekât ve sadaka gibi ibadetlerin yerine getirilebilmesi için kişinin ekonomik imkânlarının iyi olması gerekir. Ekonomik durumları iyi olan insanlar, hem kendileri rahat bir yaşam sürerler hem de başkalarına yardımda bulunurlar. Zengin olanlar imkânları ölçüsünde zekât ve sadaka ibadetini yerine getirirlerken yoksullar da bu ibadetleri yapabilecek imkânları elde etmek için çalışıp gayret göster­melidir. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Veren el alan elden üstündür.”145* buyurarak Müslümanların zekât ve sadaka verebilecek konuma gelmelerini öğütler.

3. Zekât ve Sadakanın Bireysel ve Toplumsal Faydaları

Kur’an-ı Kerim’de, “Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al...”146* ayetinde ifade edilen zekât ve sadaka, inananları hem bireysel hem de toplum­sal açıdan arındırıp temizlemelidir. Dolayısıyla İslam dininde bir ibadet olarak zekât ve sadakanın bireysel ve toplumsal pek çok yararı vardır.

Bireysel Faydaları
İnsanın yaratılıştan sahip olduğu özelliklerden biri de yardımlaşma ve paylaşma duygusudur. Zekât ve sadaka ibadeti, insanın yaratılışında var olan bu duyguyu açığa çıkaran, harekete geçiren ve geliştiren bir işleve sahiptir.
Kişiye elinde bulunan imkânların Allah (c.c.) tarafından verildiği bilincini kazandırır.
Zekât ve sadaka veren kimse, Allah’ın (c.c.) kendisine emanet olarak vermiş olduğu mal ve ser­vetin şükrünü yerine getirmiş olur. Böylece Allah’a (c.c.) karşı görevini yerine getirmekten dolayı vicdanı rahatlar. Mutluluğa ve huzura kavuşur. Diğer taraftan sevindirdiği yoksulun duasını alma­nın ve onu sevindirmenin mutluluğu ise bir Müslüman için büyük bir kazanç vesilesidir.
İnsana gönül zenginliği, ruh yüceliği, şefkat, merhamet ve cömertlik duyguları kazandırır.
Ruhu cimrilik, mala karşı düşkünlükten kaynaklanan bencillik, başkasının malına göz dikmek gibi kötü davranışlardan arındır ve korur.
Kişide cimriliğin etkisiyle daima alma ve kazanma dürtüsü yerine verebilme bilincini güçlendirir.
Zekât ve sadakanın Allah’ın (c.c.) hoşnutluğunu kazanmak için yapılan bir ibadet olması, yardı­mın gönüllü ve severek yapılmasına vesile olur. Bir şeyi severek ve gönüllü yapmak, o şeyin kişi­de meleke hâline gelmesine yardımcı olur.
Kişi, zekât ve sadakasını vererek malını temizlemiş olur.
Meşru olmayan yollardan mal kazanma hırsını da ortadan kaldırarak kişiyi meşru ve helal yoldan mal kazanmaya yönlendirir.
Kur’an-ı Kerim ve hadislerde zekât ve sadakanın malı eksiltmeyeceği, aksine bereketlendireceği belirtilir. Bu güvence, zekât ve sadakasını veren Müslüman için ayrı bir huzur kaynağı olur.

Toplumsal Faydaları
Sağlıklı bir toplumsal yaşam için paylaşma ve yardımlaşma bilinci son derece önemlidir. Paylaş­ma bilinci oluşmamış toplumlarda bencillik egemen olur. Bencilliğin egemen olduğu bir yerde ise ister istemez çatışmalar başlar. Bu durum toplumsal huzursuzluklara yol açar. Bu tür çatışmalar kanuni düzenlemelerle bir ölçüde önlense de kanun denetiminin ulaşamadığı alanlarda çok acı­masız bir şekilde kendini gösterebilir. İşte zekât ve sadakanın toplumsal açıdan en önemli fayda­sı, toplumda bencillik anlayışı yerine paylaşma bilincinin egemen olmasını sağlayarak potansiyel çekişmeleri önlemeye katkıda bulunmasıdır.
Zekât ve sadakanın işlerlik kazandığı toplumlarda cömertlik anlayışı yaygınlık kazanır. Toplumda yardımlaşma duyguları güçlenir. Mal ve servet düşmanlığı azalır. Güven ortamı meydana gelir. İn­sanlar birbirini sever, sayar ve böylece toplumda huzur ve mutluluk sağlanmış olur.
Zekât ve sadaka vasıtasıyla oluşan yardımlaşma ve dayanışma, sevinçte ve tasada beraber ol­ma anlayışını getirir. Bu da toplumsal kaynaşmayı sağlar. Böylece zekât ve sadaka zenginden yoksula bir şefkat ve merhamet; fakirden varlıklı kesime bir saygı ve sevgi köprüsü oluşturur. Ay­nı toplumda varlıklı insanlarla yoksullar arasında toplumsal bir uzlaşma sağlar.
Zekât nedeniyle, paranın ve servetin belli kimselerin elinde toplanması önlenir. Ekonomik denge ve eşit paylaşım sağlanır.

İslam’a göre bir kişinin yaşamını devam ettire­bilmesi için gerekli temel ihtiyaçların o toplumdaki ilgili kişiler tarafından giderilip karşılanması gerekir. Çünkü fakirliğin kontrol altına alındığı toplumlarda huzur ve güven ortamı oluşur. Onun için İslam di­ni, fakirlik konusunda bazı önlemler almıştır. Bun­lar İslam’da en genel anlamda “İnfak” kavramıyla ifade edilir. İnfak, Allah’ın (c.c.) hoşnutluğunu ka­zanmak için kişinin kendisine verilen malların şük­rünün bir göstergesi olarak malından harcaması, ihtiyaç sahiplerine maddi yardımda bulunması de­mektir. İnfak kavramı, zekât ve gönüllü olarak ya­pılan her türlü sadakayı ve hayrı içerir/47’ İslam di­ninde infaka çok güçlü bir özendirme vardır. Bunun yalnızca sözde ve kişilerin isteğine bağlı kalmama­sı için İslam dini, zenginlere zorunlu zekât yüküm­lülüğü getirerek adeta toplumda sosyal yardımlaş­mayı sistemleştirmiştir.

“Kuşkusuz sadaka, zekât, Rabb’in hoşnutsuzluğunu giderir (Allah’ın kişiye huzurlu bir hayat bağışlamasına vesile olur, işlenen kötülüklere mukabil başa gelebilecek kötülük­lere de kefaret olur)...” (Tirmizi, Zekât, 28.)
Sadaka ve zekât vermek suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları yok eder...” (Tirmizi, Cum’a, 79; İbn Mace, Zühd, 22.)
Yukarıdaki hadislerde zekât ve sadakanın hangi faydaları vurgulanmaktadır? Arkadaşlarınızla yo­rumlayınız.

4. Bir Peygamber Tanıyorum: Hz. Şuayb (a.s.)

Kur’an-ı Kerim’de adı geçen peygamberlerden biri de Hz. Şuayb’tır (a.s.). Kur’an’da adı on bir yerde geçer/
SORU : Hz. Şuayb (a.s.), kimin soyundandır.
CEVAP : Hz. İbrahim’in (a.s.)
SORU :  hangi peygamberden önce peygamberlik yap­mıştır.
CEVAP : Hz. Musa’dan (a.s.)
SORU :  Kızlarından birini hangi peygamber   ile evlendirmiştir. 
CEVAP : Hz. Musa (a.s.)
SORU : hangi şehirlerin halkına pey­gamber olarak gönderilmiştir
CEVAP : Medyen ve Eyke
Kaynaklarda buraların Arabistan ve Akabe Körfezi’nin doğu kıyıları olduğu kabul edilir.
Hz. Şuayb’ın (a.s.) peygamber olarak gönderildiği Medyen ve Eykeliler putperest, ölçü ve tartıda hi­le yapan, adaleti gözetmeyen, bozgunculuk yapan kavimlerdi. O, kavmini Allah’tan (c.c.) başka ilah ol­madığına inanmaya, kendisinin peygamberliğini benimseyip sadece Allah’a (c.c.) kulluk etmeye, ölçü ve tartıyı doğru yapmaya, bozgunculuk yaparak yeryüzünde karışıklık çıkarmamaya davet etti. Halkını bu konularda uyararak onlara, “...Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilahınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Ben sizi bolluk içinde görüyorum. Ben sizin adınıza ku­şatıcı bir günün azabından korkuyorum. Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. İnsan­ların eşyalarını (mallarını ve haklarını) eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Eğer inanan kimselerseniz Allah’ın bıraktığı helal kazanç sizin için daha hayırlıdır. Ben sizin başınızda bir bekçi değilim.”*511 diye seslendi.
Kavmi ise Hz. Şuayb’ın (a.s.) yukarıdaki davetine, “...Ey Şuayb! Babalarımızın taptığını yahut mal­larımız hakkında dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa sen ger­çekten yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın.”*521 diye cevap verdiler. Onların bu cevabı üzeri­ne Hz. Şuayb (a.s.) diğer peygamberlerin kavimlerinin başına gelenlerin kendi başlarına da gelebilece­ği konusunda onları şöyle uyardı: “Ey Kavmim! Bana karşı olan düşmanlığınız, Nuh kavminin veya Hûd kavminin yahut Salih kavminin başına gelenin benzeri gibi bir felaketi sakın sizin de başını­za getirmesin. (Ve unutmayın ki) Lut kavmi sizden uzak değildir.”*531 Böyle bir sonla karşılaşmama­ları için onlara, “Rabb’inizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin. Şüphesiz Rabb’im çok merhametlidir, çok sevendir.”1541 diye seslendi.
Ancak Medyen ve Eyke halkı inatlarını devam ettirerek Hz. Şuayb’a (a.s.), “...Dediklerinin çoğunu anlamıyoruz. Hem biz seni aramızda zayıf görüyoruz. Eğer kabilen olmasaydı seni taşa tutardık. Zaten sen bizce itibarlı biri değilsin.”*551 diye cevap verdiler.
Sonunda yeşillikler içinde bir vadide yaşayan ama çevrelerindeki nimetlerin farkında olmayan bu hal­ka azabın ne denli yakın olduğunu söylemekten başka çare kalmamıştı. Hz. Şuayb (a.s.) onlara şöyle seslendi: “...Ey kavmim! Benim kabilem sizce Allah’tan daha itibarlı mı ki O’na sırt çevirdiniz. Şüp­hesiz Rabb’im sizin yaptıklarınızı kuşatmıştır. Ey Kavmim! Elinizden geleni yapın. Şüphesiz ben de (elimden geleni) yapacağım. Rezil edici azabın kime geleceğini ve kimin yalancı olduğunu ya­kında bileceksiniz. Gözleyin. Şüphesiz ben de sizinle beraber gözlüyorum.”*561
Medyen halkını bir sabah vakti korkunç bir sarsıntı yakaladı. Oldukları yere diz üstü çöktüler ve bir daha ayağa kalkamadılar. Sanki orada hiç yaşamamış gibi oldular.*571 Eyke halkı ise yedi gün süren şid­detli bir sıcaktan sonra üzerlerine bir buluttan yağan ateş yağmuru ile yok oldu. Sadece Hz. Şuayb (a.s.) ve ona inananlar bu şiddetli sarsıntı ve gökten inen o korkunç ateş yağmurundan Allah’ın (c.c.) izniyle kurtuldular.*581 Eğer iman etseler ve Allah’a (c.c.) karşı gelmekten sakınsalardı elbette Allah (c.c.) onlara nice nimetler verecekti. Fakat onlar yalanladılar, Allah da (c.c.) işledikleri günahtan dolayı onları yok et­ti. (59)
Bu olaydan sonra Hz. Şuayb (a.s.) ve ona inananlar bazı kaynaklara göre Mekke’ye gitmişler ve ora­da ölmüşlerdir. Bazılarına göre ise aynı yerde yaşamaya devam etmişlerdir.(60)
Hz. Şuayb (a.s.), Allah’ın (c.c.) emirlerini kavmine tebliğindeki tatlı üslubu ve güzel anlatımından do­layı “Hatîbü’l-Enbiya” (Peygamberlerin en güzel konuşanı) olarak adlandırılmıştır.
Hz. Şuayb’ın (a.s.) kıssasından alınabilecek pek çok mesaj vardır. Bir toplumu ayakta tutan sahip ol­duğu değerlerdir. Bu değerlerin başında ise adalet, doğruluk ve güven gelir. Bu değerlerin olmadığı bir toplumda huzur ve güven ortamı yok olur. İnsanlar kendi çıkarları için her türlü kötü davranışta buluna­bilirler. Sonunda da toplum dağılır ve yok olur. Onun için toplumu ayakta tutan adalet, doğruluk, güven gibi temel değerleri zedelememek önemlidir.

5. Bir Sure Tanıyorum: Mâ’ûn Suresi ve Anlamı
SORU : Mâ’ûn suresi Kur’an-ı Kerim’in kaçıncı suresidir. 
CEVAP : 107.
SORU : kaç ayettir.  
CEVAP : Yedi
SORU : hangi döneminde inmiştir. 
CEVAP : Mekke
SORU : Adını son aye­tinde geçen “yardım”, “iyilik” veya “komşuların günlük olarak birbirinden alıp verdikleri ihtiyaç maddele­ri’^61’ anlamına gelen hsngi kelimeden alır. “
CEVAP : mâ’ûn , Eraeytellezi” suresi olarak da adlandırılır.
SORU : Mâ’ûn suresi  kim­seler hakkında inmiştir.
CEVAP : dini yalanlayan (ölümden sonraki hayatı inkâr eden), yardım ve iyiliğe engel olan
Namazda Fâtiha suresinden sonra okunan kısa surelerdendir.

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın (c.c.) adıyla
Ey insan!), hesap ve ceza gününü yalanlayanın kim olduğunu bilirmisin? İşte o, yetimi itip kakan, yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen. Öyleyse, yazık­lar olsun böyle namaz kılanlara! Onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar (ibadetlerinde) gösteriş ya­parlar. Ufacık bir yardıma bile engel olurlar.”

SORU : Mâ’ûn suresinin ana konusu nedir
CEVAP : Allah’ın (c.c.) nimetlerini ve hesap gününü yalanlayan nankör ile amel­lerini gösteriş için yapan riyakâr kişinin özellikleridir.

Mâ’ûn suresinin ilk üç ayetinde dini yalanlayıp inkâr eden kimseler tanımlanır. Bunlar, kimsesiz ve yar­dıma muhtaç durumda bulunan yetimi küçümseyerek onu itip kakan, yoksullara kendisi yardım etmediği gibi başkalarına da olumsuz örnek olan kimselerdir. Dini yalanlayan kimselerin elbette başka özellikleri de vardır. Ancak surede onlara ait bu kötü özellikler, Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde dini yalanlayanların toplumsal ahlakla ilgili en belirleyici ve yıkıcı tutumlarına iki örnek olarak verilir. Bu ayetlerde, insan sev­gisinden mahrum olan kimselerin yaptıkları bu gibi kötü davranışları kınamaya ve Allah (c.c.) katında en büyük kötülüklerden olduğuna dikkat çekilmektedir. Bunların temelinde ahireti inkâr etmenin bulunduğu vurgulanmaktadır. Çünkü yetim ve yoksul, toplumun zayıf ve korunmaya muhtaç kesimleridir. Toplumda­ki zayıfları küçümseyen, hakaret eden, itip kakan kimse onların haklarını çiğniyor demektir. İslam’ın in­sanlığa yönelik en büyük amaçlarından biri ise insanlar arasında sevgi, saygı, dayanışma ve yardımlaş­mayı sağlamak, sıkıntıların da mutlulukların da paylaşıldığı bir insanlık bilinci oluşturmaktır.(62)
Mâ’ûn suresinin ilk üç ayetinde insanlara karşı insanlık görevini yerine getirmeyenler kınanırken son dört ayetinde Allah’a (c.c.) karşı gerçek anlamda kulluk görevlerini yerine getirmeyenler eleştirilir. Bura­da namaz kılmalarına rağmen kınananların olumsuz tutumlarına üç örnek verilir. Bunlar, namazı ciddiye almayıp özünden uzak olmaları, ibadetlerinde gösteriş yapmaları ve en ufak bir hayra, iyiliğe engel ol­malarıdır/62 63*
Kişinin namazı ciddiye almamasının sebebi de halka gösteriş yapma eğili­minden dolayıdır. Bu davranışa, dinî li­teratürde insanlar arasında şöhret, çı­kar sağlamak veya manevi bir konum elde etmek amacıyla gösteriş için iba­det ve iş yapmak anlamında “riya” de­nir/64* İbadetlerde şekil şartları yanında, imanla birlikte niyet ve samimiyetin de ibadete yansıması önemlidir. Çünkü ibadetler yalnız Allah (c.c.) için yapılır.
Mâ’ûn suresinden çıkarılabilecek temel mesaj şudur: Muhtaç kimseleri itip kakmak gibi insanlık dışı kötü dav­ranışlar dine, ahiret gününe inanma­yanların özelliğidir. Gerçekten inanan

kimseler yetim ve yoksullar gibi korunmaya muhtaç olanlara yardım ederler. İhtiyaç sahiplerine yardım konusunda başkalarını teşvik ederler. Yine dindarlığın en önemli özelliklerinden biri, Allah’a (c.c.) gönül­den ibadet etmekle yardımlaşma ve dayanışmanın bir arada olmasıdır. Buna göre gerçekten dine ina­nan ve ahiret sorumluluğu taşıyan biri, hem Allah’a (c.c.) hem de yaratılanlara karşı görev ve sorumlu­luklarının bilincinde olur. Görevlerini samimiyetle yerine getirir. Kendisi iyilik yaptığı gibi başkalarının da iyilik yapmasına öncülük eder. Yardımlaşma ve dayanışmanın önünü tıkayan değil, aksine gelişip yay­gınlaşmasına, bireyselliği aşarak kurumsal bir yapı olmasına katkıda bulunur.(65>

A. Aşağıdaki soruları cevaplayınız.
1. İslam dini, maddi ve manevi paylaşma ve yardımlaşmaya niçin önem verir? Açıklayınız.
2. İslam dinine göre kimler zekât vermekle yükümlüdür? Belirtiniz.
3. Zekât ve sadaka ibadetinin bireysel faydaları nelerdir? Sıralayınız.
4. Zekât, toplumda fakirlik ve sosyal adaletsizliğin çözümüne nasıl katkı sağlar? Açıklayınız.
5. Mâ’ûn suresinden çıkarılabilecek mesajlar nelerdir? Belirtiniz.
B. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan noktalı yerleri uygun kavramlarla tamamlayınız.
“öşür, fitre, sadaka, zekât, infak, nisap, sadak-i câriye”
1. Dinen zengin olan bir Müslüman’ın, ibadet niyetiyle yılda bir kere malının ve parasının belirli bir
miktarını yoksul Müslümanlar başta olmak üzere Kur’an-ı Kerim’de belirlenen yerlere vermesi­ne denir.
2. İslam’da zekât ve hac gibi mali yükümlülükleri yerine getirebilmek için zengin olmanın asgari sı­nırı veya asgari zenginlik ölçüsüne denir.
3. Kişinin ibadet niyetiyle yaptığı her türlü maddi ve manevi güzel, yararlı iş ve davranışlara
denir.
4. Allah’ın (c.c.) hoşnutluğunu kazanmak için kişinin kendi malından harcamasına, ihtiyaç sahiple­rine maddi yardımda bulunmasına denir.
5. İslam’da onda bir oranında toprak ürünlerinden alınan zekâta denir.


C. Aşağıdaki sorulardan her biri için dört cevap seçeneği verilmiştir. Seçeneklerden yalnız­ca biri doğrudur. Doğru seçeneği bularak işaretleyiniz.
1. Aşağıdakilerden hangisine zekât verilemez?
A) Amca B) Hala C) Dayı D) Dede
2. Aşağıdakilerden hangisinin zekâtı verilmez?
A) Para B) Ev eşyası C) Altın D) Koyun
3. Aşağıdakilerden hangisi Tevbe suresi 60. ayette belirtilen zekât verilebilecek yerlerden değildir?
A) Yoksullar B) Düşkünler C) Borçlular D) Gayrimüslimler
4. “Âdemoğlu öldüğü zaman, amel defteri kapanır. Üç kimse bunun dışındadır. Kesintisiz sadaka (sadaka-i câriye) meydana getirenler, topluma yararlı bir ilim (talebe/eser) bırakan­lar ve kendisine hayır dua eden hayırlı çocuk yetiştirenler.” (Müslim, Vasıyye, 14.) Aşağıdakilerden hangisi hadiste bildirilen kesintisiz sadaka yapan bir kişi olarak değer­lendirilemez?
A) İş merkezi inşa eden müteahhit B) Hastane yaptıran hayır sahibi
C) Bilimsel bir kitap bırakan yazar D) Hayırlı evlat yetiştiren anne-baba
5. “Hatîbü’l-Enbiya” olarak adlandırılan peygamber aşağıdakilerden hangisidir?
A) Hz. Davud (a.s.) B) Hz. Salih (a.s.) C) Hz. Şuayb (a.s.) D) Hz. Süleyman (a.s.)
Ç. Aşağıdaki ifadelerden doğru olanların başına (D), yanlış olanların başına (Y) yazınız.
1. ( ) Zekât mal ile yapılan bir ibadettir.
2. ( ) İslam’da insanların birbirleriyle sahip oldukları maddi imkânları paylaşmaları öğütlenir.
3. ( ) İslam dininde zekât verilecek kimseler hadislerle belirlenmiştir.
4. ( ) Zekât bir kişiye verilebileceği gibi birkaç kişi arasında da paylaştırılabllir.
5. ( ) İslam’da ibadet niyetiyle yapılan her güzel, yararlı iş ve davranış sadaka olarak değerlendirilir.
6. ( ) İslam’da kişi öldükten sonra da ona sevap kazandırmaya devam eden sadakalara “sadaka-i
câriye” denir.
7. ( ) İslam’da dinen zengin sayılan bir Müslüman’ın fitre vermesi farzdır.
8. ( ) Zekât ve sadakayı kişinin onurunu zedelemeden ve gösterişten uzak olarak vermeye dikkat
etmek gerekir.
9. ( ) İslam’da zekât ve sadaka, kişide paylaşma bilinci oluşturan en önemli ibadetlerdendir.
D. Defterinize “İslam ve Toplumsal Dayanışma” adlı bir kompozisyon yazınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

6. ÜNİTE: ELEKTROSTATİK