DERSHANE

Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu

25 Ekim 2018 Perşembe

DİN

Kader İnancı
1. Ünite
1. Kader ve Kaza İnancı
Kader, kelime olarak ölçü, miktar, bir şeyi belirli ölçüye göre yapmak, belirlemek, bir şeye hükmetmek, gücü yetmek gibi anlamlara gelir. 
SORU :Terim olarak, Allah’ın (c.c.) ezelden ebede kadar olacak her şeyin zamanı, yeri ve özelliklerini sınırsız bilgisiyle takdir etmesi yani belirlemesi ne demektir
CEVAP : kader
Kaza, kelime olarak emir, hüküm, bitirmek, yaratmak, karara bağlamak gibi anlamlara gelir.
SORU : Terim ola­rak, Allah’ın (c.c.) ezelde irade ve takdir ettiği her şeyi yeri ve zamanı gelince ezeldeki ilim, irade ve takdire uygun olarak yaratmasına ne denir
CEVAP : kaza
Kader bir işin planlanması, kaza ise bu planın gerçekleşmesidir. Önce kader sonra kaza gelir. Kader Allah’ın (c.c.) ilim ve irade sıfatlarıyla, kaza ise kudret ve yaratma sıfatıyla ilgili bir kavramdır. Buna göre evrende meydana gelmiş ve gelecek her şey, Allah’ın (c.c.) ilmi, dilemesi, takdiri ve yaratmasıyla gerçek­leşir.
Kader ve kazaya iman etmek İslam dininin altı inanç esasından biridir. Kur’an-ı Kerim’de kader ve ka­zaya iman, diğer iman esasları gibi açıkça ifade edilmemiştir. Ancak İslam bilginleri, Kur’an’ın bütünün­den kader ve kazaya iman etmenin bir inanç esası olduğunu bildirmişlerdir. Çünkü kader ve kazaya iman Allah’ın (c.c.) ilim, irade, kudret ve tekvin sıfatlarına inanmak anlamına gelir. Başka bir ifadeyle Allah’ın (c.c.) bu sıfatlarına inanan, kader ve kazaya da iman etmiş olur. Buna göre kader ve kazaya inanmak, ha­yır ve şer, iyi ve kötü, canlı ve cansız, acı ve tatlı ne varsa hepsinin Allah’ın (c.c.) bilmesi, dilemesi, gücü, takdiri ve yaratması ile olduğuna, Allah’tan (c.c.) başka yaratıcı bulunmadığına iman etmek demektir/51 Hz. Peygamber’in (s.a.v.)<6) hadislerinde ise kader ve kazanın imanın inanç esaslarından olduğu açıkça bildirilir. Hz. Ömer’den (r.a.)(7) 8 rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisine “Bana iman hakkında bilgi ver.” diyen Cebrail’e (a.s.)(8> şöyle cevap vermiştir: “Allah’a, meleklerine, kitapları­na, peygamberlerine ve ahiret gününe iman etmendir. (Aynı şekilde) hayrı ve şerriyle kadere inan-mandır.”(9) 10 Bu hadise göre kader ve kazaya iman etmek İslam’daki altı inanç esasından biridir.
Kur’an-ı Kerim ayetlerinde kader kavramı, “ölçü, ahenk, denge, düzen, yasa” gibi anlamlarda kulla­nılır/101 Kur’an’ın bütünlüğü içerisinde değerlendirildiğinde kader, Allah’ın (c.c.) evrendeki her şeyi bir öl­çü ve düzene göre yaratması ve yönetmesidir.

1.1. Allah (c.c.) Her Şeyi Bir Ölçüye Göre Yaratmıştır
Evren, yaşadığımız dünya da dahil gök cisimlerinin ta­mamını içine alır. Evrendeki her şey bir ölçü ve düzen için­de yaratılmıştır. Evrende gelişigüzel hiçbir şey yoktur. Her varlık belli bir plan ve ölçü içinde yaratılmıştır. Örneğin bü­tün cisimler birbirlerini bir kuvvetle çeker. Cismin kütlesi ne kadar büyükse çekim kuvveti de o kadar büyük olur. Cisim­ler arasındaki uzaklık arttıkça çekim kuvveti, aralarındaki uzaklığın karesi kadar azalır. Güneş, bu kuvvetle gezegen­leri kendine doğru çeker ve onların yörüngelerinde kalma­larını sağlar. Eğer Güneş’in çekim kuvveti olmasaydı evren­deki bütün gök cisimleri yörüngelerinden çıkarak uzayın de­rinliklerinde kaybolurdu. Gezegenler, yörüngelerinden biraz sapsa birbirlerine çarparak parçalanırlardı ve evrenin den­gesi bozulurdu. Yine Dünya’nın uydusu olan Ay, Dünya’ya yaklaşık 384.000 km uzaklıktadır. Ay, dünyaya bu mesafe­den daha yakın olsaydı gelgit olayları daha etkili olurdu. Bu durumda canlılar zarar görürdü.
Güneş ve gezegenler belirli bir düzen içinde hareket etmektedir.
Gezegenlerde olduğu gibi içinde yaşadığımız Dünya’da da bir ölçü ve düzen vardır. Örneğin gece ve gündüz Dünya’nın kendi ekseni etrafında dönmesiyle oluşur. Dünya, kendi ekseni etrafında belirli bir hız­la dönmektedir. Bu dönüş hızı olması gerekenden daha düşük olsaydı gece ve gündüz süreleri daha uzun olurdu. Yine Dünya’nın çevresini saran atmosfer tabakası biraz daha ince olsaydı atmosferde ya­narak parçalanan meteorlar büyük kütleler hâlinde Dünya’ya düşer ve zarar 
Canlılar dünyasında da bir ölçü, ahenk ve denge vardır. Örneğin canlıların yaşayabilmek için atmos­fere, teneffüs edebilmek için ise oksijene ihtiyacı vardır. Canlılar yaşayabilmek için oksijen tüketir ve kar­bondioksit açığa çıkarırlar. Bitkiler ise besin üretmek için karbondioksit kullanarak oksijen üretir. Böylece atmosferde oksijen ve karbondioksit dengesi kurulur. Yine göl ve denizlerdeki tuz oranı, suda yaşa­yan canlıların yaşamlarına uygun miktardadır. Eğer denizlerdeki tuz oranı şimdikinden daha az veya çok olsaydı hiçbir canlı yaşayamazdı. Canlılar dünyasında besin konusunda da bir denge olduğu görülür. Ör­neğin Afrika’da zürafa, zebra ve geyiklerin bir arada yaşadığı gözlenmiştir. Bu hayvanların hepsi aynı bit­kilerle beslenmektedir. Her biri bitkinin değişik kısımlarını yemekte, yerden değişik yükseklikte beslen­mektedir. Ortak kullanılan besin kaynağı sınırlı olduğu hâlde hepsi de bundan yararlanabilmektedir.
İnsan vücudu da belli bir denge içinde yaratılmıştır. Dikkatle incelendiğinde insan vücudundaki her şe­yin belli bir ölçü ve ahenk içinde olduğu görülür. Örneğin vücudumuzdaki bütün organlar simetrik olarak yaratılmıştır. Bir vücudun ortasından geçecek şekilde dikey bir çizgi çizildiğinde vücudun sol ve sağ tara­fı neredeyse birbirinin ayna görüntüleridir. Bir insanın kol açıklığı mesafesi yani kollarımızı yanlara doğru açtığımızda sol orta parmağımızdan sağ orta parmağımıza kadar olan uzaklık mesafesi aynıdır. Yine bir insannın el bileğinden dirseğine kadar olan mesafe, o kişinin ayak boyuna eşittir. Dişlerimizin dizilişinde, beyin yarım küremizde, böbrek ve akciğerlerimizde de bu simetri vardır. Örneğin bir insanın ince bağırsa­ğı, boyunun dört katı kadardır. Kalbe yer açmak amacıyla sol akciğer, sağ akciğerden daha küçüktür. Yi­ne vücudumuzdaki su, kan, alyuvar ve akyuvar oranı belli bir ölçü içerisindedir. Örneğin erişkin insan vü­cudunun %60’ı iyon ve diğer maddelerin sudaki çözeltilerinden oluşur. Bu sıvının 3/2’si hücre içinde, 3/1’i hücre dışında bulunur. Hücre dışı sıvı içinde bulunan iyonlar ve besinler hücrelerin canlılıklarını sürdür­mek için gereklidir. Bunlar belli ölçüde bulundukları sürece hücreler canlılıklarını sürdürebilir/11)
Evrende var olan her şey Allah’ın (c.c.) yaratmasıyla olmuştur. Kur’an’da şöyle buyrulur: “...O her şe­yin yaratıcısıdır...”*12) Allah (c.c.), yarattığı her şeyi de belli bir ölçüye göre yaratmıştır. Onun yaratmasında kusursuz bir planlama, ölçü, ahenk ve düzen vardır. Kur’an-ı Kerim’de her şeyin bir ölçü içinde yaratıl­dığı bir ayette şöyle bildirilir: “Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.”(13) Bir başka ayet­te de şöyle buyrulur: “...O, her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir.”114’ Hz. Peygamber de (s.a.v.) evrendeki her şeyin belli bir ölçü, ahenk ve düzen içinde yaratıldığını bil­dirir. Bir hadisinde konuyla ilgili şöyle buyurur: “Her şey bir kadere (ölçü ve plana) göredir.”05’ Kur’an-ı Kerim’de her şeyin bir ölçüye göre yaratıldığı ile ilgili pek çok örnek verilir. Örneğin gezegen­ler arasındaki ölçü ile ilgili şöyle buyrulur: “O, geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratandır. Her biri bir yörüngede yüzmektedirler.”06’ Konuyla ilgili bir başka ayette şöyle buyrulur: “O, yedi göğü taba­ka tabaka yaratandır. Rahman’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak!
Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun?”(17> Kur’an’da, “Biz gökten belli bir ölçüde su indirdik de (faydalanmanız için) onu yeryüzünde tut­tuk...”08’ ve “Yeri de yaydık, ona sabit dağlar yerleştirdik ve orada ölçülü (bir biçimde) her şeyi bi­tirdik.”09’ gibi ayetlerde de doğada bir ölçü ve dengenin olduğu bildirilir.
Kur’an’da, evrendeki gibi vücudumuzda da bir ölçü ve denge olduğu vurgulanır. Bir ayette şöyle buy­rulur: “Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan Allah’tır.”120
Kur’an-ı Kerim’de evrendeki ölçü ve düzenin boş yere yaratılmadığı bildirilirken121’ bu mükemmellikten ibret alarak bilinçlenmemiz gerektiği de vurgulanır. Bir ayette şöyle buyrulur: “Şüphesiz gece ve gündüzün art arda değişmesinde, Allah’ın göklerde ve yeryüzünde yarattığı şeylerde, Allah’a karşı gelmekten sakınan bir toplum için pek çok deliller vardır.”122’ Diğer taraftan Kur’an’da, “Göğü yükseltti ve ölçü­yü koydu. Ölçüde haddi aşmayın.”123’ buyrularak bu ölçünün bozulmaması gerektiği belirtilir.

1.2. Kader ve Evrendeki Yasalar
Kur’an-ı Kerlm’de kader, evrendeki varlıkların, üreme, yenilenme, yok olma vb. durumlarını belirleyen yasalar anlamında da kullanılır. Çünkü Allah’ın (c.c.) her şeyi belli bir ölçüye göre yaratması ve yarattığı varlıkların hareketlerini düzenli bir şekilde devam ettirmesi, evrende yasalar olduğunun göstergesidir. 
Evrende görülen mükemmel ve değişmez ilkelere “evrenin yasaları” denir.
Evrenin yasaları, evreni yaratan ve yöneten Allah’ın (c.c.) koyduğu temel ilkelerdir. Kur’an-ı Kerim’de bu yasalar “Sünnetullah”’ kavramıyla ifade edilir. Bu kavram, Allah’ın (c.c.) evren ve evrendeki canlı can­sız tüm varlıklar ile ilgili koyduğu kurallar ve kanunlardır/24’ Bunlar değişmez yasalardır. Evrendeki ölçü ve düzen, bu yasalar sayesinde gerçekleşmekte ve sürmektedir. Evrenin yasaları sayesinde insanlar, meydana gelen fiziksel, biyolojik ve toplumsal olayları anlamlandırabilmektedirler. Kur’an’da şöyle buy­rulur: “...Sen Allah’ın kanununda (Sünnetullah) hiçbir değişiklik bulamazsın. Sen Allah’ın kanu­nunda hiçbir sapma bulamazsın.”*25’ Evrenin yasaları fiziksel, biyolojik ve toplumsal olmak üzere üç grupta incelenir.

Fiziksel Yasalar
Fiziksel yasalar, madde ve enerjinin oluşumu, de­ğişimi, hareketi ve maddeler arası ilişkilerle ilgili yasa­lardır. Bu yasalar cansız madde dünyasında geçerlidir. Bunlara “doğa yasaları” da denir. Fiziksel yasalar, bilimin evrendeki olayları betimleme ve açıklama ça­bası sonucu deney ve gözleme dayanılarak ortaya konmuştur. Sebep sonuç ilişkisine dayanır. Evrensel, sürekli ve zorunludur. Örneğin “Her cisim, dış bir kuvvet uygulanmadığı sürece, hareket hâlinde ise bir doğru üzerindeki hareketini sürdürür, duruyorsa bu durumunu korur.” ifadesi fiziksel bir yasayı ifade eder. 
Bu yasa, gözlenebilir olgu ve durumlar arasındaki sebep sonuç ilişkilerini gösterir. Fiziksel yasalar evren­deki düzen ve ölçünün daha iyi anlaşılmasını sağlar.
Evrendeki fiziksel yasaları Allah (c.c.) koymuştur. Bunlar, Allah’ın (c.c.) koyduğu ölçü ve dengeyi ko­ruyan yasalardır. Evrenin dengeli bir işleyişi bu yasalara bağlıdır. Kur’an-ı Kerim’de, “Ne Güneş Ay’a yetişebilir ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzmektedir.”1261 ve “Güneş ve Ay bir hesaba göre hareket etmektedir.”1271 gibi pek çok ayette fiziksel yasalara örnekler verilir ve bunla­rın Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliğinin delilleri olduğu vurgulanır/281

Biyolojik Yasalar
Biyolojik yasalar, canlılar dünyasında geçerli olup canlıla­rın oluşumu ve gelişimi ile ilgili yasalardır. Fotosentez, kan do­laşımı, soluk alıp verme biyolojik yasalardan bazılarıdır. Biyo­lojik yasalar da evrensel ve geneldir. Deney ve gözleme da­yanır. Örneğin Mendel’in “Bağımsız Çeşitler Yasası” şöyledir: “Döllenmede iki cinsiyetin her birinden gelen tek faktörler bir-biriyle bağımsız ve rastgele birleşirler.” Bu yasa, tüm canlılar için geçerlidir ve dünyanın her yerinde herkes tarafından ka­bul edilmektedir.
Biyolojik yasaları da Allah (c.c.) koymuştur. O, her varlığı, uygun ortamda yaşayabilmesi için gerekli yaşamsal özellikler­le yaratmıştır. Örneğin insan, solunum, dolaşım ve sindirimi gerçekleştirecek sistemlere sahiptir. Balıkların suda solunum yapabilecekleri solungaçları, kuşların uçabilecekleri kanatları vardır. Allah (c.c.), her iklime uygun bitkiler de yaratmış ve bu bitkilere belirli özellikler vermiştir. Canlıların yaşamları bu bi­yolojik yasalara bağlıdır. Kur’an-ı Kerim’de, “Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderip yukardan su indirerek sizi onun­la suladık...”(Z9) ve “O, insanı “alak”tan (embriyodan) ya­rattı.’^301 gibi pek çok ayette biyolojik yasalara örnekler verile­rek bu yasalar vurgulanmaktadır.
Toplumsal Yasalar
Toplumsal yasalar, toplumsal alanda geçerli olan yasalardır. Bunlar toplumda huzuru ve barışı sağ­lamak, fertlerin mutlu ve güven içerisinde yaşamalarına ortam hazırlamak için konulmuş kurallar, kalıcı değer ve ilkelerdir. Toplumsal yasalar, toplumsal olaylar arasında var olan sebep sonuç ilişkisini ifade eder. Örneğin “Dış etkilerden uzak dağ, çöl gibi yerlerde yaşayan topluluklarda toplumsal değişme ve gelişme daha yavaş olmaktadır.” ve “Adalet ve eşitliğin olmadığı toplumlarda barış hızla bozulur ve ka­os ortamı yaşanmaya başlanır.” ifadeleri, toplumsal olgulara ilişkin yasalardan bazılarıdır. Toplumsal ya­salar tarihte yaşanan olayların neden-sonuç ilişkileri ortaya konularak belirlenmeye çalışılır.
Kur’an-ı Kerim’de toplumsal yasalara işaret edilmektedir/311 Kur’an insanları toplumsal yasalar üze­rinde düşünmeye, bunların nasıl işlediğini bulmaya ve bunlara uygun davranmaya davet eder. Kur’an’da bildirilen toplumsal yasaların temel özelliği, toplumun düzeninin korunması ve devamlılığının sağlanma­sına yöneliktir. Toplumu oluşturan bireylerin can, mal, namus ve dinlerinin korunması bunlardandır. Onun için Kur’an’da ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hadislerinde bunların korunması istenir. Yine Kur’an’da da­ha önceki toplumların, kendilerini bir arada tutan temel değerleri kaybetmesiyle nasıl yok oldukları bildi­rilir. Örneğin Şuayb (a.s.) peygamberin kavmi, ölçü ve tartıda hile yaptığı için yok olmuştur/321 Onun için insanlardan bu gibi toplumların uğradıkları sonuçdan ders almaları gerektiği belirtilir. Bir ayette şöyle buy­rulur: “Sizden önce (ki milletlerin başından) nice olaylar gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezin dola­şın da yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu bir görün.”(33> Kur’an, toplumların ömürlerinin kendi davranışlarına göre belirlendiğini toplumsal bir yasa olarak vurgular/341
Fiziksel, biyolojik ve toplumsal yasaları bilmenin in­sana sağladığı pek çok yarar vardır. Evrenin yasalarını ne kadar keşfedebilirsek evrendeki düzeni de o ölçüde koruyabiliriz. Örneğin henüz depremin ne zaman olaca­ğını kesin olarak bilme imkânına sahip olmamakla bir­likte tespit edilen fay hatları sebebiyle nerelerde olma ihtimalinin olduğunu bilebilmekteyiz. Bu bilgi bize, zemi­ni sağlam olan yerlere depreme dayanıklı evler yapma­mız gerektiği konusunda yol gösterir. Yine biyolojik ya­saları bilmek ve onları dikkate alarak yaşamak insanın yaşam kalitesine büyük katkı sağlamaktadır. Daha sağ­lıklı ürünler elde etmek için hayvanların ıslahı, kalıtım yolu ile geçecek hastalıklarla ilgili önceden önlem alın­ması gibi yararlar ilk akla gelenlerdir. İnsanın sağlıklı
yaşaması açısından biyolojik yasaları bilmemiz önemlidir. Toplumsal yasaları bilmek, toplumun birlik ve bütünlüğünün sağlanması, barış ve huzurun egemen olması, ekonomik istikrarın sağlanması vb. açılar­dan yararlar sağlar. Toplumsal yasalar, geçmişin unutulmamasına, bugünün doğru anlaşılıp yaşanması­na ve geleceğin doğru planlanmasına da katkı sağlar. Diğer taraftan bu yasalar, Allah’ın (c.c.) varlığının ve birliğinin delilleridir.
Sonuç olarak Allah (c.c.), evrendeki her varlığı belli bir yasaya göre yaratmıştır. Her olay, bir kural ve ilke çerçevesinde gelişmektedir. Hiçbir şey tesadüfen gerçekleşmemektedir. Buna göre kader, Allah’ın (c.c.) evreni bir ölçüye göre yaratması ve bu ölçünün devamı için yasalar koymasıdır
Evrenin yasaları, insanı doğrudan ilgilendirir. Bu nedenle insan, bu yasaları dikkate alıp önlem alma­lı, onlara uygun bir yaşam sürmelidir. Bunları yapmazsa kendisi zarar görür. Örneğin sağlıklı olmak için biyolojik yasalara uygun yaşamalıdır. İyi beslenmeli, sigara, alkol, uyuşturucu madde kullanımı vb. kötü alışkanlıklardan uzak durmalı ve temiz olmalıdır. Toplumda mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmek istiyorsa toplumsal kurallara uymalıdır. Geçimini temin etmek için Allah’ın (c.c.) verdiği nimetlerden faydalanmak istiyorsa doğaya zarar vermemelidir. Ancak diğer varlıklardan farklı olarak insan, bu yasalara uyup uy­mama konusunda serbest bırakılmıştır. Evrende insan dışındaki her varlık, Allah’ın (c.c.) koyduğu yasa­lara uymak zorundadır. Başka seçenekleri yoktur. Örneğin hayvanlar yaratılışları gereği kendilerine ve­rilen görevleri yerine getirirler. Tercih hakları yoktur. Ancak insan böyle değildir. O, diğer varlıklardan ira­de sahibi ve özgür olmasıyla ayrılır.
Allah (c.c.), insana seçme ve seçimini de yapma gücü vermiştir. İnsana, iyiyi ve kötüyü peygamber­ler ve ilahi kitaplar göndererek bildirmiştir. Bunun yanı sıra iyiyi ve doğruyu ayırt edebilmesi için akıl ver­miştir. Ancak iyi ve doğru iş ve davranışlardan hangisini seçip yapacağını da insana bırakmıştır. Bunun­la ilgili olarak Kur’an’da şöyle buyrulur: “Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik. İster şükredici ol­sun ister nankör.”(35) Dolayısıyla insanın iyi ve kötü fiil ve davranışlardan birini seçme ve eyleme koy­ma özgürlüğü vardır. İnsanın özgürlüğü, zorlama ve baskı altında olmadan kendi iradesiyle karar verme­sidir. Yani özgürlük, “bir şeyi yapma” ve “bir şeyi yapmama” arasındaki seçimdir. Seçme ve eylem, öz­gür olmanın zorunlu koşuludur.
(35) İnşân suresi, 3. ayet.
İnsan için sınırsız bir özgürlük de yoktur. İnsan iradesinin bir sınırı, sonu vardır. İnsan iradesi sayesinde davranışlarından sorumludur. Buna “cüzi irade” denir. Buna göre insan, kendisini doğrudan ilgilendiren alanlarda özgürdür. İnsanın aklını kullanarak seçme ve karar verme iradesi olmasına rağmen, kendisi ile ilgili bazı durumlarda hiçbir etkisi yoktur. Örneğin insanın nerede, ne zaman, hangi ailede, hangi cinsiyette dünyaya geleceğini tercih etme yetkisi ve gücü yoktur. O, gücünün yettiği, bilgisinin sınırlarını aşmayan; oturması, kalkması, çalışması, oruç tutması vb. iş ve davranışlarda kendi iradesini kullanabilir. Sınırsız, mutlak ve sonsuz bir irade özgürlüğü ancak Allah (c.c.) için söz konusudur. Allah’ın (c.c.) iradesine “kül­li irade” denir. Onun iradesi hiçbir şeyle bağlantılı değildir. Allah (c.c.) istediğini diler ve seçer. Evrende meydana gelen her şey Allah’ın (c.c.) külli iradesi ile gerçekleşir. İnsan da Allah’ın (c.c.) kendisine tanı­dığı sınırlar içerisinde iş ve davranışlarını seçer.(36)
İnsan, fiil ve davranışlarında irade hürriyetine sahiptir. Hür iradesiyle yapacağı iş ve davranışları seçer, ancak bunları yapabilme gücünü, yani gerçekleştirmesini sağlayan Allah’tır (c.c.). Çünkü her şey onun ira­desi ve yaratması ile gerçekleşir.(37) Nasıl ki evrende bütün fiziki ve biyolojik yasalar Allah’ın (c.c.) iradesi ve yaratmasıyla meydana geliyorsa insanın özgür iradesi İle seçip yaptığı iş ve davranışlar da Allah’ın (c.c.) yaratmasıyla gerçekleşmektedir. Diğer taraftan Allah (c.c.), insanın kendi hür iradesiyle seçeceği fiil ve dav­ranışların nerede ve ne şekilde seçileceğini sonsuz ilmiyle bilir. Bu bilgisiyle diler ve takdir eder. Zamanı gelince de insanın özgür seçimi doğrultusunda o iş ve davranışı yaratır. Allah’ın (c.c.) sonsuz ilmiyle bilme­sinin İnsanın seçimi üzerinde bir baskısı yoktur. Aslında insan, Allah’ın (c.c.) kendisi hakkında sahip oldu­ğu bilgiden habersizdir. Yaşarken de bu bilginin etkisinde kalmaksızın kendi iradesiyle davranmaktadır.
İnsan, kendi iradesiyle tercih ettiği fiil ve davranışlarında da sonsuz bir özgürlüğe sahip değildir. O, özgürlük hakkını kullanırken beraber yaşadığı insanların özgürlüklerini de dikkate almak zorundadır. Öz­gür bir varlığım diyerek İnsan her İstediğini de yapamaz
İnsanın akıl ve irade sahibi olması sorumluluğu da beraberinde getirir. Sorumluluk, verilen karar son­rasında ortaya çıkan sonuçların kabul edilmesidir. Sorumluluk, insanın iradesi ve seçiminin bir sonucu­dur. İnsanın davranışları zorunlu ve seçimli olmak üzere ikiye ayrılır. Nefes alıp vermesi, kalp atışı, sin­dirim sisteminin çalışması vb. eylemleri zorunludur. Anne baba seçimi, soyunun belirlenmesi gibi durum­lar da seçimin dışındadır. Bunlarda seçme özgürlüğü olmadığı için sorumluluğu da yoktur. Ancak namaz kılmak, oruç tutmak, bir fakire yardım etmek, bir yere gitmek gibi özgür iradesiyle seçip yaptığı iradeli fi­il ve davranışlarından sorumludur. İnsanın sorumlu bir varlık olmasının sebebi, aklını kullanarak ona iyilik ve kötülüğü ayırt etme yeteneğinin ve seçme özgürlüğünün verilmiş olmasıdır. Bununla ilgili olarak Kur’an’da şöyle buyrulur: “Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim.”*3
Kur’an-ı Kerim’de, “...Herkes, kazandığı şeyler karşılığında rehin tutulmuştur.”*39), “...Hiç kimse bir başkasının günahını çekmeyecektir...”(40) gibi pek çok ayette insanın kendi seçimi sonucunda yap­tığı fiil ve davranışlarından sorumlu olacağı bildirilir. Herkesin kazandığı iyiliğin kendi yararına, kötülüğün de kendi zararına olacağı vurgulanır.(41> Kur’an’da, insanın ilgisine ve bilgisine sunulan tüm konular, ona sorumluluklarını göstermekte ve hatırlatmaktadır. Çünkü insanın ilgili olduğu her şey kendisine bir so­rumluluk yüklemektedir.(42) 41 42 Bunun için insanın, sahip olduğu yeteneklerini yerli yerince kullanması gere­kir. Bunu iyi yapmayan ve sorumluluklarının bilincinde olmayan insan Kur’an’da eleştirilir.*43’ Diğer taraf­tan Kur’an’da insanın sorumluluğu, onun başına gelen olumsuzlukların belirtildiği ayetlerde de vurgula­narak şöyle buyrulur: “...Allah onlara zulmetmedi. Fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlar.”*44’ İnsanın kendine haksızlık etmesi, onun özgür iradesiyle seçimini yanlıştan yana yapmasıdır. İnsanın iyi veya kötü fiil ve davranışlardan birini seçme ve gerçekleştirme özgürlüğü vardır. Bunun da sorumluluğu kendine aittir. Burada yol gösteren Allah (c.c.), buna uyup uymamada hür olan ve sonucuna katlanacak olan da İnsandır.
İnsan kaderi bahane ederek kendisini sorumluluktan kurtaramaz. Bir insan “Allah (c.c.) böyle yazmış, alın yazım buymuş, Allah (c.c.) böyle takdir etmiş, ben ne yapayım?”diyerek hem kötülük yapamaz hem de kötülük İşledikten sonra da kendisini suçsuz gösteremez, kaderi mazeret olarak İleri süremez. Çün­kü bu fiiller, insan böyle tercih ettiği için onun seçimine uygun olarak Allah (c.c.) tarafından yaratılmıştır.
İnsan iradesinin olmadığı, her şeyin kaderde önceden belirlendiği şeklindeki anlayış doğru değildir. Ör­neğin hırsızlık yapan bir kişinin, “Ben kader mahkumuyum, "bahanesiyle suçunu kaderine bağlaması ve sorumluluğu Allah’a (c.c.) yüklemesi İslam’a uygun bir anlayış ve davranış değildir. Çünkü hırsızlık yap­mak kötü bir davranıştır ve İslam dininde yasaklanmıştır. Burada kişi, hırsızlığı kendi özgür iradesiyle ter­cih edip yapmıştır. Allah’ın (c.c.) yasakladığı bu kötü davranışı yapmak ve bunun Allah’ın (c.c.) yazdığı ve zorladığı bir kader olduğunu İddia etmek çelişkidir. Hırsızlık yapan kişi, bu kötü davranışı kendi terci­hiyle yapmıştır ve yaptığından sorumludur. Bunun Allah’ın (c.c.) belirlemesi sonucu karşılaştığı bir du­rum olduğunu düşünerek yanlış bir kader anlayışına yönelmemelidlr. İstenmeyen sonuçların ortaya çık­masında evrenin yasalarını görmezden gelmenin etkili olduğunu fark edebilmelidir.
İslam dininindeki kader ve kaza yaklaşımını doğru anlamak için kaderle ilgili bazı kavramların bilin­mesi gerekir. Bu kavramların başında rızık, ecel, ömür, başarı, başarısızlık, sağlık, hastalık ve tevekkül gelir.

3.1. Rızık ve Emek
Rızık kelime olarak azık, yenilen, içilen ve faydalanılan her şey gibi anlamlara gelir. Terim olarak rı- zık ise Allah’ın (c.c.) tüm canlılara yiyip içmek ve yararlanmak için verdiği her şeydir.(45) Bazen rızık ile aynı anlamda nimet kavramı kullanılır. Nimet, hayırlı mal, servet, yiyecek, içecek, mutluluk ve iyiliği de içeren daha geniş bir kavramdır. Buna göre rızık, nimete göre daha özeldir. Rızık, dünya üzerinde ser­piştirilmiş bulunan nimetlerden kişinin payına düşendir. Allah’ın (c.c.) kişiye özel olarak sunduğu her tür­lü nimettir.
İslam’a göre âlemde rızkı veren sadece Allah’tır (c.c.). Kur’an’da şöyle buyrulur: “Yeryüzünde hiç­bir canlı yoktur ki rızkı Allah’a ait olmasın...”(46) 47 48 49 50 Bunun için Allah’ın güzel isimlerinden biri olan “er-Rezzâk” (Rızık veren) ismi, Kur’an-ı Kerim’de sadece Allah (c.c.) için kullanılır. Rızkı veren Allah (c.c.), rızka ihtiyacı olanlar ise bütün canlı varlıklardır/47»
Allah (c.c.), her canlı gibi insanın da rızkını takdir etmiştir. Ancak onu arayıp bulmak, elde etmek in­sana bırakılmıştır. İnsan, evrende geçerli kanunları gözeterek çalışır, çabalar, sebeplere sarılır ve rızkı kazanmak için tercihlerde bulunur. Allah da (c.c.) onun bu tercihine ve çabasına göre rızkını yaratır. Baş­ka bir ifadeyle rızkını kazanmak için gerekli çabayı, emeği göstermek insana, rızkı yaratmak ise Allah’a (c.c.) aittir. Onun için İslam’da Allah’ın (c.c.) yegâne rızık veren olması, insana tembellik etme hakkı ver­mez. Kur’an’da şöyle buyrulur: “...Yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın...” (48> Bu nedenle insanın rızkını elde etmesi için emek harcaması gerekir. 
Emek, bir işin yapılması için harcanan beden ve be­yin gücüdür. Başka bir ifadeyle, insanın bir amaca ulaş­ması, bir yarar elde etmesi için zihinsel ve bedensel olarak çaba sarf etmesidir. İnsan, barınma ve beslenme gibi ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmak zorundadır. 
Kur’an-ı Kerim’de, “İnsan için ancak çalışmasının karşılığı vardır.”'491 buyrulur. Onun için İslam dini dilen­ciliği asla emek mahsulü bir geçim yolu saymaz. Hz. 
Peygamber (s.a.v.) bununla ilgili olarak şöyle buyurur: “Sizden birinizin urganı alıp (dağa giderek) bir bağ odun getirip satması... bir şey verip vermeyecekle­ri belli olmayan kimselerden dilenmesinden daha hayırlıdır.”15010, insanın rızkını çalışarak elde etmesini şöyle öğütler: “Kesinlikle hiç kimse kendi el emeğin­den daha hayırlı bir yemek yememiştir...”(51) İslam’da insanın helal yoldan rızkını kazanması esastır. Haram yoldan rızık elde etmek ise haramdır. 
Allah (c.c.), helal rızık yemeyi emreder, haram olanı da yasaklar. Kur’an’da şöyle buyrulur: “Artık Al­lah’ın size helal ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin...”(52) İslam dinine göre tembel tembel oturup işsiz güçsüz beklemek ve sonra da “rızkım bu kadarmış, rızkım yokmuş” demek yanlıştır. Allah (c.c.), herkese çalışmasına göre rızık verir. İnsan, çalışırsa Al­lah’tan (c.c.) karşılığını alır. Çalışmayan insan tembelliğini kadere yükler. Mehmet Âkif Ersoy’un Safahat adlı eserinde “Seyfi Baba” şiirindeki “Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası, dostunun yüz ka­rası, düşmanının maskarası.” dizeleri, tembel insanın sonunu vurgulaması açısından önemlidir.
Sonuç olarak insanların hayatlarını sürdürebilmeleri için gerekli besinleri Allah (c.c.), yaratmıştır. O, besinleri elde etmenin yasalarını da koymuştur. Her canlı, Allah’ın (c.c.) kendisi için belirlediği rızık türü­nü tüketir. Bir canlının rızkının belli olması, o canlının rızkını nasıl sağlayacağının da belirlenmesidir. Rı- zık, kendiliğinden gelmez. Rızka ihtiyacı olan canlı, onu arayıp bulmak zorundadır. Allah (c.c.), her can­lıyı rızkını elde etme becerisi ile donatmıştır. Onun için insan da evrende geçerli yasaları gözeterek ça­lışıp çabalamalı ve çalışmalarının karşılığını hem bu dünyada hem de öbür dünyada göreceğine inan­malıdır.
3.2. Ömür ve Ecel

Ömür, insanın doğumundan ölümüne kadar geçen sınırlı zaman dilimidir. Ecel ise ömrün bitmesi, dünya yaşantısının sona ermesi anıdır.(53) 54 Ecel, yaşam için verilen sürenin dolması demektir.
Evren ve üzerinde yaşadığımız dünya ve içindekiler sonradan yaratılmıştır. Hepsinin ya­ratıcısı da Allah’tır (c.c.). Evrendeki tüm varlık­lar Allah’ın (c.c.) koymuş olduğu yasalar çerçe­vesinde varlıklarını sürdürür. Buna göre her varlığın bir ömrü vardır ve eceli geldiğinde ölür. 
Dünyamızda da görebildiğimiz her şeyin sonu vardır. Örneğin insan doğar, büyür, yaşar ve sonunda ölür. Tabiat, ilkbaharda yeşillenir, kı­şın kurur. Gecenin sonunu gündüz, gündüzün sonunu da gece getirir. Yüzlerce kilometre de­vam eden bir nehrin de derin denizlerin de so­nu vardır. Sonradan yaratılan her şey bir gün yok olacaktır. Kur’an’da şöyle buyrulur: “(Yer) üzerinde bulunan her canlı fanidir.”154’ Son­suz olan tek varlık Allah’tır (c.c.). O, hiçbir şey yokken de vardı, her şey yok olduktan sonra da var olacaktır. Kur’an’da bu konuda şöyle buyrulur: “An­cak azamet ve ikram sahibi Rabb’inin zatı baki kalacaktır.”
Allah’ın (c.c.) koyduğu, varlıkların sonlu olma yasası gereğince diğer canlılar gibi insanın varlığı da bir gün son bulacaktır. O da ömrünü tamamlayacak, eceli geldiğinde ölecektir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.”*5
Halk arasında sık sık “Ne yapalım, kader böyleymişl”, “Kaderimizde varsa zaten o/ur. "anlayışıyla so­rumluluğu kadere veya Allah’a (c.c.) yükleme, ecel konusunda da “Nasıl olsa eceli gelen ölür, "tarzında karşımıza çıkmaktadır. Bu anlayış İslam’a uygun değildir. İnsana ömrü veren Allah’tır (c.c.). İnsan, ece­linin ne zaman geleceğini bilemez. Önemli olan, kendisine verilen ömrü Allah’ın (c.c.) istediği şekilde ona inanarak güzel ve yararlı işler yaparak geçirmektir. Diğer taraftan İslam’a göre insan, doğumla ölüm ara­sına sıkışmış bir varlık da değildir. İnsan ölümünden sonraki ahiret hayatında da yaşayacaktır. Kişi, ahi- ret hayatını dünyada kazanır. Dünyada sonsuz hayatı kazanamayan, ahiretteki kaderini kendisi çizmiş olur. Bizler de yaşamımızın bir gün son bulacağı bilinciyle kendimize, çevremize ve topluma faydalı bi­rey olmaya özen göstermeliyiz. Vaktimizin kıymetini bilmeli ve onu gereksiz yere israf etmemeliyiz.
3.3. Başarı ve Başarısızlık
Başarı, insanın yaptığı bir işten beklediği, amaçladığı sonucu elde etmesidir. Başarısızlık ise kişinin isteyip beklediği sonuca ula­şamamasıdır. Başarıya ulaşabilmenin birtakım yöntemleri vardır. 
Başarı, sebep-sonuç ilişkisine göre ortaya çıkar. Başarı, kişinin yalnızca inanç kimliğiyle değil, sebeplere tutunup işini gereğince yapmasıyla gerçekleşen bir sonuçtur. Hiçbir iş yapmayıp işlerini sürekli Allah’a (c.c.) ve başkalarına havale eden bir kişinin başarı­lı olması zaten mümkün değildir. Hangi şeyin başarı olduğu konu­su ise kişinin inancı ve dünya görüşüne göre değişmektedir. 
Kur’an-ı Kerim’e göre yalnızca maddi anlamda başarı bir kişinin doğru yolda olduğunu göstermez.’57 58’
Allah’ın (c.c.) evrende koymuş olduğu yasalardan biri de kişi­nin çalıştığının karşılığını elde etmesidir. Başarılı olmada ön koşul, çalışmadır. Bu nedenle İslam dini çalışmayı öğütler ve başarıya ulaşmak için çalışmak gerektiğini bildirir.(58) İnsan ne için çalışır, ça­ba gösterirse onu elde eder. İyiyi seçer, iyilik yaparsa iyiyi; kötüyü seçer, kötülük yaparsa kötüyü kazanır. Seçim ve eylemlerinin so­rumluluğu da yine insana ait olur/59’
Başarının anahtarı, düzenli çalışmaktır.
Çalışarak elde edilen bir sonuç iyi, doğru ve yararlı olursa kabul edilir. Bunun sınırları da aklın ve dinin ortak ilkeleriyle çizilir. Buna göre gerçek başarı, insanı dünyada ve ahirette yüceltir, mutlu eder ve onu kurtuluşa erdirir. Başarı ya da yenilginin sorumlusu kişinin kendisi olduğu için sonuçlarına katlanacak olan da odur. İnsanı özgür seçim ve eylemlerine uygun olarak başarıya ulaştıran Allah’tır (c.c.). Bu yö­nüyle başarı da kaderle ilgili bir kavramdır.
İnsan, bazen gerekli çabayı göstermez. İstediği sonucu elde edemeyince de bunu kadere yükler. Örne­ğin derslerine yeteri kadar çalışmayan veya nasıl çalışılması gerektiğini bilmeyen bir öğrencinin, başarısız­lığının sebebini kadere yüklemesi doğru bir yaklaşım değildir. Hâlbuki derslerinde başarı elde etmek için öncelikle niçin çalıştığını, nasıl çalışması gerektiğini bilmesi ve başarılı olmak için elinden gelen gayreti gös­termesi gerekir
3.4. Sağlık ve Hastalık
Kişinin bedenen, ruhen ve sosyal yönden iyilik hâline”sağlık” denir. Hastalık ise kişinin biyolojik, psi­kolojik ve sosyal yönlerden normal işleyişini değiştiren rahatsızlıklarını ifade eden sağlığın bozulması du­rumu demektir.
İslam dini, insanın ruh ve beden sağlığının korunmasına büyük önem verir. Bedenimiz ve sağlığımız, Allah’ın (c.c.) bize verdiği değer biçilemez birer emanettir. Bunun için İslam’da, insanın sağlıklı olması ve kendini hastalıklardan koruması dinî bir görev sayılmıştır. Bu bağlamda her insan, ruh ve beden sağlığı­nı korumaktan sorumludur. Onun için İslam’ın getirdiği emir ve yasakların amaçları içinde sağlığın ko­runması da vardır. Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadisinde sağlıklı olmanın önemini şöyle vurgular: “Siz­den kim huzuru yerinde, bedeni sağlıklı ve günlük yiyeceği de yanında olarak güne başlarsa san­ki dünya nimetleri ona verilmiş gibidir.”160’ Onun için Hz. Peygamber (s.a.v.) pek çok hadisinde sağ­lığın kıymetinin bilinmesini ve korunması öğütler.60 (61) 62 Kendisi de dualarında Allah’tan (c.c.) sağlık istemiş, insanlara da bunu tavsiye etmiştir.(6Z)
İnsan, evrendeki biyolojik yasalara göre hayatını sürdürür. O- nun sağlıklı olması, hastalanması, iyileşmesi ve ölümü de bu yasa­lar çerçevesinde gerçekleşir. İnsanın yükümlülüklerini tam anlamıy­la yerine getirebilmesi sağlıklı olmasına bağlıdır. İnsanın hastalıktan korunabilmesi için bu yasaları bilmesi ve onlara uyması gerekir.
İslam’da sağlığın korunması esas ilke olmasına rağmen, insan bazen çeşitli sebeplerle sağlığını da kaybedebilir. Bu durumda ona düşen sorumluluk, hastalandığında tedavi olmaktır. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurur: “Ey Allah’ın kulları! Tedavi olu­nuz. Allah, verdiği her hastalığın şifasını da yaratmıştır. Fakat bunu bazıları bilir, bazıları bilmez.”(63) İnsan hastalandığı zaman yeniden sağlığına kavuşmak için çareler arar. Hastalığını iyileşti­recek tedavi yollarını bulmaya çalışır. Doktora başvurur, ilacını kul­lanır, gerekiyorsa ameliyatını olur ve sonuçta şifayı Allah’tan (c.c.) bekler. Hz. Peygamber (s.a.v.), Ebu Huzâme (r.a.) isminde bir sa- habinin, “Biz, hastalıklardan korunuyoruz, dua ediyoruz ve tedavi oluyoruz. Bunlar kaderi değiştirir mi?” sorusuna, “Korunma, dua ve tedavi de kaderdir.”(64) diye cevap verir.
Kur’an-ı Kerim’de, hastalığın da şifasının da Allah’tan (c.c.) gel­diği hatırlatırlır ve bu konuda Hz. İbrahim’in (a.s.) davranışı örnek gösterilir: “Hastalandığımda da O, bana şifa verir.”(65> Şifanın Allah’tan (c.c.) geleceği inancı hastaya moral verir ve onun hastalığa karşı direncini, sabrını artırır ve iyileşmesine yardımcı olur.
İnsan, tüm boyutlarıyla yani bedensel, ruhsal ve çevresel açılardan gerekli tedbirleri alarak sağlığını koruyabilir. Örneğin gıda ve beslenmesinde temizliğe dikkat ettiği hâlde alkollü içecekler, sigara ve uyuş­turucu gibi maddeler kullanıyorsa sağlıklı olması mümkün olamaz. Bütün bu imkânlara sahip olduğu hâl­de gerilim altında sorunlarla boğuşan insanın da sağlıklı olması düşünülemez. Bedenini temiz tutan bir kişi, temiz bir çevreye veya temiz su içme imkânına sahip değilse sağlığını istenilen şekilde koruyamaz. 
Bunun için İslam, sağlığın korunmasında beslenmenin yanı sıra bedensel, çevresel ve ruhsal açılardan da tedbirlerin alınmasını öğütler. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) pek çok hadisinde, kişinin sağlığını koruya­bilmesi için beden ve çevre temizliğine dikkat etmesinin önemi bildirilir. Örneğin konuyla ilgili bir hadiste şöyle buyrulur: “Evlerinizin önünü ve civarını temiz tutunuz.”*65 66’ Onun için bir kişinin sağlığı konusun­da gerekli özeni göstermeyip bunu kadere yüklemesi İslam’a uygun bir tutum değildir.
İnsanın sağlıklı olması, hastalanması, iyileşmesi, ölümü vb. kaderin dışında değildir. İnsan-kader ilişkisin­de insanın görevi, yüklendiği sorumluluğun gereklerini yerine getirmektir. Ondan sorulacak olan da budur.
3.5. Tevekkül
Tevekkül, kelime olarak güvenmek, dayanmak, havale etmek, bağlanmak gibi anlamlara gelir. Terim olarak tevekkül, kişinin yapacağı işlerde kendisine düşen görevleri yapıp her türlü önlemi aldıktan sonra Allah’a (c.c.) dayanıp güvenmesi, sonucu Allah’tan (c.c.) beklemesi demektir.(67) Tevekkül, kader inancının bir sonucudur. Olaylar, bir düzen ve yasa çerçevesinde, sebep-sonuç ilişkisi içinde olup bitmektedir. İnsanlar, akıl ve hür iradeleriyle bu sebepleri bulabilirler. Tevekkül eden kimse, işi­nin gereğini yapar ve sonucu Allah’tan (c.c.) bekler. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “...Bir kere de ka­rar verip azmettin mi artık Allah’a tevekkül et (O’na dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül eden­leri sever.”(68) 68 Bir başka ayette de “Ey iman edenler! Tedbirinizi alın...”(69) buyrularak inanlara herhangi bir işi yapmadan önce gerekli önlemleri almaları öğütlenir. Yine Kur’an-ı Kerim’de, inananlardan sadece Al­lah’a (c.c.) tevekkül edilmesi istenir*70’ ve tevekkül eden kimseye Allah’ın (c.c.) yeteceği bildirilir/71’ Hz. Peygamber (s.a.v.) ile bir sahabi arasında geçen şu konuşma da İslam’ın tevekkül anlayışına gü­zel bir örnek oluşturur. Bir kişi, “Ey Allah’ın Resulü! Devemi bağlayıp da mı Allah’a tevekkül edeyim yoksa bağlamadan mı tevekkül edeyim?” diye sorar. Hz. Peygamber de (s.a.v.) şöyle buyurur: “Önce onu bağ­la, sonra Allah’a tevekkül et!”(72) Bu hadis, tevekkülün hiçbir zaman sebeplere sarılmaya aykırı olmadı­ğını, aksine hem çalışıp hem de tevekkül etmek gerektiğini vurgulamaktadır. Gerçek tevekkül, Allah’ın (c.c.) takdir ettiği sebepleri elde etmek için çalışmaya aykırı değildir. Bu, Allah’ın (c.c.) evrendeki yasalarının bir gereği ve dünyadaki olayların oluşumunun temel esasıdır. Çünkü Allah (c.c.), tevekkül etmeyi emrettiği gi­bi sebepleri elde etmek için gayret göstermeyi de emreder. Sebeplere başvurmadan, “Kademe ise o olur.” şeklindeki bir anlayış, tembellikten veya tedbirsizlikten başka bir şey değildir. Bunun İslam’ın tevekkül anlayışı ile ilgisi yoktur. Örneğin gerekli güvenlik tedbirlerinin alınmaması sonucunda ülkemizde bazen ciddi yaralanma veya ölümle sonuçlanan iş kazaları meydana gelmektedir. Bu tür üzücü bir olayın bireysel ve toplumsal pek çok olumsuz sonuçları vardır. Böyle bir durumda, kazadaki ihmaller göz ardı edilip olay ka­derle ilişkilendirilerek sorumluluktan kurtulmaya çalışılmaktadır. Hâlbuki o iş yerinde öncelikle işçiler için gerekli güvenlik önlemlerinin alınması gerekirdi. Gerekli iş güvenliği tedbirlerini almayıp sorumluluktan kur­tulmaya çalışmak ne dinen ne hukuken ne de insani ve toplumsal olarak doğru bir davranıştır 
Tevekkül, çalışma ve ilerlemeye de engel değildir. İslam’da ça­lışmayı ve sebebe sarılmayı bırakıp “Allah’ın (c.c.) dediği olur.” di­yerek kenara çekilmek, kendi yapması gereken şeyleri Allah’tan (c.c.) beklemek yanlış bir tevekkül anlayışıdır. İslam’a göre akıllı, tedbirli ve dikkatli bir şekilde tevekkül etmek şöyle olur: Tarlasından iyi bir ürün almak isteyen bir çiftçi önce tarlayı güzelce nadas etme­li, tohumu ekmeli, gübresini atmalı, gerekirse sulamasını yapmalı­dır. Ürüne zarar verecek şeylere karşı her türlü önlemi aldıktan son­ra gerisini Allah’a (c.c.) bırakmalı, ona tevekkül edip güvenmelidir. 
Çünkü o çiftçi, tarlasından ürün elde etmek için elinden geleni yap­mıştır. Artık tarlanın ürün vermesi için Allah’a (c.c.) tevekkül edip gü­venecek, sonucu ondan bekleyecektir.
Allah’a (c.c.) tevekkül edip güvenen kişi, huzur ve güven içinde olur. Korkularını ve endişelerini güvene çevirir. Olaylar karşısında sabır, dayanıklılık ve güç kazanır, ümitsizliğe düşmez. Çünkü o, elin­den geleni yapmış ve sonucu da Allah’a (c.c.) bırakmıştır.
İslam dininde kader ve kaza inancının özünü, insanın evrenin yasaları çerçevesinde hareket etmesi, Allah’ın (c.c.) kendisine verdiği akıl ve iradeyi kullanarak sorumluluklarının bilincinde olması, çalışması ve üretmesi oluşturur. Buna rağmen toplumumuzda görülen ve çoğu kez “alın yazısı, kara talih, bahtsızlık, kıs­metsizlik” gibi kalıp yargılarla kaderle ilişkilendirilen yanlış anlayışlar vardır. Bunların çeşitli sebepleri vardır.
resim
İslam dünyasında ve toplumumuzda ortaya çıkan yanlış kader anlayışının nedenlerinden biri de dinî metinlerin yanlış anlaşılmasıdır. Özellikle Emeviler döneminde ortaya çıkan Cebriye mezhebinin görüş­leri, bu anlayışın oluşmasında etkili olmuştur. Cebriye mezhebine göre insanın kudreti, irade ve seçme hürriyeti yoktur. İnsan, yaptığı işleri kendi iradesiyle yapmaz. İnsanın tüm davranışları Allah (c.c.) tara­fından zorla yaptırılır. İnsan rüzgârın önündeki tüy gibidir. Her şey Allah’ın (c.c.) mutlak kudreti ve irade­si ile meydana gelir/73’ Bu görüş, İslam’ın esası olan insan sorumluluğunu ortadan kaldıran bir anlayış­tır. Bu durumda, Allah’ın (c.c.) insanlara akıl vermiş olmasının, peygamber ve kitap göndermiş olması­nın hiçbir anlamı kalmamaktadır. Ne yazık ki Kur’an ayetleri ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hadisleriyle uyuşmayan bu anlayış tarih içerisinde Müslümanlar arasında siyasi, ekonomik ve kültürel sebeplerle yay­gınlaşmıştır. Yine kaderciliğin İslam toplumunda yaygınlaşmasında yabancı kültürlerin de etkisi olmuş­tur. İslam coğrafyası genişleyip diğer kültürlerle karşılaşılınca, o kültürlerdeki bazı kadercilik anlayışları Müslüman toplum üzerinde etkili olabilmiştir. Bir diğeri ise psikolojik sebeptir. Müslümanlar dünyada son iki yüzyıldır özellikle sanayi vb. alanlarda gerilemeye başlayınca, psikolojik olarak sığınacak mazeretler üretmeye başlamıştır. Bunu da yanlış kader anlayışı olarak ortaya çıkarmıştır.
4. Bir Peygamber Tanıyorum: Hz. Musa (a.s.)
Hz. Musa (a.s.), M.Ö. yaklaşık 13 veya 15. yüzyılda Mısır’da doğmuştur. Soyu Hz. İbrahim’e (a.s.) dayanır. Allah’ın (c.c.) İsrailoğullarına gönderdiği peygamberlerden biridir. Kur’an-ı Kerim’in otuz dört su­resinde 136 yerde ismi zikredilmektedir. Kur’an ile sahih hadislerde geçmiş peygamberler arasında ken­disinden en çok söz edilen peygamberdir. Kur’an’da; Hz. Musa’nın (a.s.) dünyaya gelişi, Firavun’un sa­rayına girişi, Medyen’e gidişi, peygamber olarak seçilişi, İsrailoğullarını kurtarmak için Firavun’a gönde­rilişi, onunla mücadelesi ve İsrailoğullarını Mısır’dan çıkarışı, Sina’da ilahi emirleri alışı, çöldeki olaylar ve İsrailoğullarına rehberlik edişi anlatılır. Hz. Musa’nın (a.s.) kıssası şöyledir: Hz. Yusuf (a.s.) ile Mısır’a yerleşen İsrailoğulları orada on iki kabileye ayrıldı ve gitgide çoğaldı. On­ların çoğalması yerli Mısır halkının hoşuna gitmedi. O günlerde bir kâhin, Firavun olarak adlandırılan Mı­sır hükümdarına, İsrailoğullarından doğacak bir çocuğun Mısır devletinin yıkılmasına neden olacağını söyledi. Firavun, bu kâhine inanarak her yere asker gönderip İsrailoğullarının doğacak erkek çocukları­nın öldürülmelerini emretti. İsrailoğullarından olan Hz. Musa da (a.s.) o günlerde doğdu. Hz. Musa’nın (a.s.) annesi, Firavun’un askerlerinin oğlunu öldürmelerinden korkuyordu. Allah (c.c.), Hz. Musa’nın (a.s.) annesine, “...Onu emzir, başına bir şey gelmesinden korktuğun zaman onu denize (Nil’e) bırak, korkma, üzülme. Çünkü biz onu sana döndüreceğiz ve onu peygamberlerden kılacağız...”(74) diye bildirdi. Allah’ın (c.c.) bu bildirisi üzerine annesi, onu bir sandığa koyarak Nil Nehri’ne bıraktı. Firavun’un askerleri, nehrin kenarında sandığı buldular ve Hz. Musa’yı (a.s.) Firavun’a götürdüler. O sırada Fira­vun’un yanında bulunan karısı, “...Sakın onu öldürmeyin. Belki bize faydası dokunur ya da onu ev­lat ediniriz...”(75) dedi. Firavun, karısının teklifini kabul etti. Çocuğu emzirecek bir kadın aramaya başla­dılar. Hz. Musa (a.s.), gelen kadınların hiç birisini emmiyordu. Bu arada, nehre bırakıldığı andan itibaren annesinin söylemesi üzerine bütün olup bitenleri izleyen Hz. Musa’nın (a.s.) ablası(76) 77 78 79 80, “...Size onun ba­kımını, sizin adınıza üstlenecek ve ona içtenlik ve şefkatle davranacak bir aile göstereyim mi? de­di.’^77’ Onlar da Hz. Musa’nın (a.s.) ablasının bu teklifini kabul ettiler. Böylelikle Hz. Musa (a.s.), Fira­vun’un sarayında, kendi annesi tarafından büyütüldü.
Hz. Musa (a.s.), olgunluk çağına ulaşıp gelişimini tamamlayınca, kendisine Allah (c.c.) tarafından ilim ve hikmet verildi/78’
Hz. Musa (a.s.), bir gün sokakta İsrailoğullarından biriyle Mısırlı birini kavga ederken gördü. 
İsrailoğullarından olan, kendisinden yardım istedi. Hz. Musa da (a.s.) kazara Mısırlının ölümüne sebep oldu.t79’ Bunun üzerine Hz. Musa (a.s.), “...Rabb’im! Şüphesiz ben nefsime zulmettim. Beni affet, de­di. Allah da onu affetti...”180’
Şehirden bir adam Hz. Musa’ya (a.s.), “...Ey Musa! İleri gelenler seni öldürmek için aralarında senin durumunu görüşüyorlar. Şehirden hemen çık...”(81> deyince Mısır’dan ayrılarak Medyen’e git­ti. Orada Şuayb (a.s.) peygamberin kızı ile evlendi.
Hz. Musa (a.s.), Medyen’de yaklaşık sekiz yıl kaldıktan sonra Mısır’a gitmek üzere ailesiyle birlikte oradan ayrıldı.<82) Sina Dağı’nın yakınından geçerlerken dağ tarafında bir ateş gördü. Ailesine, bekleme­lerini söyleyip ateşin olduğu yere gitti. Orada Hz. Musa’ya (a.s.) Allah (c.c.) tarafından peygamberlik gö­revi ve pek çok mucizeler verildi. Kardeşi Hz. Harun da (a.s.) kendisine yardımcı olarak görevlendirildi/83’ Hz. Musa (a.s.), kardeşi Hz. Harun (a.s.) ile birlikte Allah’ın (c.c.) emriyle Firavun’u ve orada bulunan­ları hakka davet etmek ve İsrailoğullarının serbest bırakılmasını söylemek üzere Mısır’a gitti. Firavun’a: “...Ey Firavun! Şüphesiz ki ben âlemlerin Rabb’i tarafından gönderilmiş bir peygamberim. Bana, Allah’a karşı sadece gerçeği söylemem yaraşır. Ben size Rabb’inizden açık bir delil (mucize) getirdim. Artık İsrailoğullarını benimle gönder.”(84) dedi.
Firavun, Hz. Musa’nın (a.s.) peygamberliğini kabul etmedi ve ondan bir mucize göstermesini istedi. 
O dönemde Mısır’da sihirbazlık çok yaygındı. Allah da (c.c.) Hz. Musa’ya (a.s.) daha çok sihirbazlık ala­nında peygamberliğini ispat edecek mucizeler göstermesine imkân verdi. Hz. Musa (a.s.) asasını yere atınca büyük bir ejderha oldu. Firavun’un adamları, bunun bir sihirbazlık olduğunu söylediler. Bunun üze­rine Firavun, Mısır’daki en ünlü sihirbazları toplattı ve onlardan Hz. Musa (a.s.) ile yarışarak onu yenme­lerini istedi. Sihirbazlar, ellerindeki ipleri yere atıp yılan şeklinde göstererek halkı büyülediler, oradakile­rin gözlerini boyadılar. Bunun üzerine Hz. Musa (a.s.), Allah’ın (c.c.) emri ile elindeki asasını yere bırak­tı. Asası büyük bir yılana dönüştü ve sihirbazların uydurduğu yılanları yutmaya başladı. Sihirbazlar, Hz. 
Musa’nın (a.s.) yaptığının bir sihir olmadığını anladılar. Onun peygamber olduğuna inandılar ve secde­ye kapanarak185’ “Âlemlerin Rabb’ine iman ettik dediler. Musa ve Harun’un Rabb’ine.”(86) dediler.
Firavun ve adamları gördükleri bu mucize karşısında bile Hz. Musa’nın (a.s.) peygamber olduğunu ka­bul etmediler ve onu öldürmeye karar verdiler.(87) Hz. Musa (a.s.), kavmini topladı ve Allah’ın (c.c.) “...Kul­larımı geceleyin yola çıkar...”(88) emrine uyarak onlarla birlikte Mısır’dan ayrıldı. Firavun ve adamları, gü­neş doğarken onların peşine düştüler. Onlara, Kızıldeniz’in kıyısında yetiştiler. “İki topluluk birbirini gö­rünce Musa’nın arkadaşları, ‘Eyvah yakalandık’ dediler.”189’ Ancak Hz. Musa (a.s.), Allah’ın (c.c.) em­riyle elindeki asayı denize vurunca bir mucize olarak deniz yarıldı. Hz. Musa (a.s.) ve İsrailoğulları karşı kı­yıya ulaştılar. Onları takip eden Firavun ve adamları, denizin tekrar birleşmesiyle boğularak öldüler/90’ Hz. Musa (a.s.), İsrailoğulları ile birlikte Kızıldeniz’i geçip Tih Sahrası’na geldi. Burada kardeşi Hz. 
Harun’u (a.s.) kavminin başına vekil bırakıp Sina Dağı’na gitti. Orada kırk gün kaldı ve Allah’a (c.c.) iba­det etti. Bu sırada Allah (c.c.) tarafından kendisine Tevrat indirildi.
Hz. Musa (a.s.), kavminin yanına döndüğünde, onların Hz. Harun’u (a.s.) dinlemeyerek altından ya­pılmış bir buzağıya taptıklarını gördü/91’ Bu duruma çok üzüldü. Buzağıyı yapan Samiri adlı kişiyi oradan kovdu. İsrailoğulları da yaptıklarına pişman olup tövbe ettiler.
Hz. Musa (a.s.), Allah’tan (c.c.) getirdiği kuralları kavmine açıkladı ve onları ibadet etmeye çağırdı. 
Onlar, önce karşı çıktılar fakat daha sonraları sıkıntıya düştüklerinde kurallara uymayı ve ibadet etmeyi kabul ettiler. Hz. Musa (a.s.), onları bir arada tutmak için Filistin’e yerleştirmek istedi. Ancak onun emir­lerine uymadılar/92 93) Hz. Musa (a.s.) ve Hz. Harun’u (a.s.) bu mücadelede yalnız bıraktılar.
Hz. Musa (a.s.) ve Hz. Harun’dan (a.s.) sonra İsrailoğulları on iki kabile hâlinde yeryüzüne dağıldılar. 
Günümüzde İsrail’de ve dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan Yahudiler, bu İsrailoğullarının soyundan gel­mektedirler.
Hz. Musa (a.s.) Kur’an-ı Kerim’de şu özellikleriyle anlatılır: O hem resul hem nebidir, ihlas sahibidir.(93) Allah (c.c.) tarafından ona sevgi verilmiştir ve onun kontrolünde yetiştirilmiştir/94’ Güçlü ve güvenilirdir/95’ Kur’an-ı Kerim’de Hz. Musa’nın (a.s.), Hz. Muhammed’i (s.a.v.) müjdeleyen bir peygamber olduğu bildi­rilir/96 97’ Hz. Peygamberin (s.a.v.) hadislerinde de Hz. Musa’dan (a.s.) bahsedilir. Bir hadiste onunla ilgili olarak şöyle buyrulur: “Şüphesiz Musa, haya sahibi bir insan idi.”(97> İslami gelenekte Hz. Musa’ya (a.s.) Allah’ın kendisiyle konuştuğu kişi anlamında “Kelimullah” denil­mektedir. Çünkü Allah (c.c.), Hz. Musa (a.s.) ile aracısız konuşmuş ve ona vahyini bildirmiştir.
Hz. Musa (a.s.) ve Hz. Harun (a.s.), İsrailoğuHarını Allah’a (c.c.) inanmaya ve ibadet etmeye davet eden peygamberlerdendir. Onların Firavun gibi bir güç karşısında gösterdikleri asil ve sabırlı duruş önemlidir. Allah’ın (c.c.) vahyinden defalarca uzaklaşmalarına rağmen, kavimlerini Allah’ın (c.c.) dinine davet etmekten usanmamışlardır.
5. Bir Ayet Tanıyorum: Ayet el-Kürsi ve Anlamı
Ayet el-Kürsi, Bakara suresinin 255. ayetidir. İçinde ilahi hükümranlık, ilahi ilim ve kudret anlamına gelen “kürsi” kelimesi geçtiği için bu ayete “Ayet el-Kürsi” denir.
Hz. Peygamber (s.a.v.), Übey b. Kâ’b (r.a.) adlı sahabiye, “Allah’ın kitabından hangi ayet en bü­yüğüdür?” diye sorar. O da “Ayet el-Kûrsi” diye yanıtlar. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu cevaba çok mem­nun olur ve onu tebrik eder/98’
Ayet el-Kürsi’de, Allah’ın (c.c.) birliği, varlıklar üzerindeki mutlak hâkimiyeti, kudretinin ve ilminin son­suzluğu, tüm varlıkları koruyup denetimi altına alması ve her türlü eksiklikten uzak olması anlatılır.
Hz. Peygamber (s.a.v.), vakit namazlarından sonra Ayet el-Kürsi’nin okunmasını ve arkasından otuz üçer defa “Sübhânallah, Elhamdülillah ve Allahü ekber” denilmesini öğütlemiştir.(99) Onun için her namaz­dan sonra tespih çekilmezden önce Ayet el-Kürsi okunur. Namazda da Fâtiha suresinden sonra ek ayet olarak okunabilir. Yine dua niyetiyle her zaman okunması sevaptır.AYET 
AYET EL-KÜRSİ
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın (c.c.) adıyla
Allah, kendisinden başka hiçbir ilah olmayandır. Diridir, kay- yûmdur (her şeyin varlığı O’na bağlı ve dayalı olandır). O’nu ne bir uyuklama tutabilir ne de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerde­ki her şey O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bu­lunacak kimdir? 0 , kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar O’nun ilminden, kendi­sinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. (0, göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir.) Gökleri ve yeri koruyup gö­zetmek O’na güç gelmez. 0, yücedir, büyüktür.
Kellme-I şehadet ve İhlas suresi, İslam’ın özü olan tevhit inancını insanlara bildirir. Ayet el-Kürsi de aynı şekilde İslam’ın tevhit inancını bizlere daha detaylı olarak bildiren bir ayettir. Bu ayet, inanılması ve ibadet edilmesi gereken Allah’ı (c.c.) insanlara tanıtan eşsiz bir açıklama ve delildir. Ayet el-Kürsi, Al­lah’tan (c.c.) başka cansız, bilgisiz, hiçbir şeye gücü yetmeyen varlıklara inanan veya Allah’a (c.c.) ulaş­mak için bunları aracı kılarak ona ortak koçanlara, Allah’ı (c.c.) tanıtmak için onun eşsiz sıfatlarından bir kısmının zikredildiği bir ayettir. Bu çerçevede ayette, Allah’ın (c.c.) yüceliği, sıfatları, evrende meydana gelen bütün olayların tamamen onun İradesi doğrultusunda gerçekleştiği, onun isteği ve izni olmadan hiç kimsenin başkasına şefaat edemeyeceği, onun kürsüsü (hükümranlığı, ilmi, yüceliği), göklerde ve yer- dekilerin ona ait olduğu vb. vurgulanır/99 100’
(99) Beyhaki, Şuabü'l-İman, Cilt: 2, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1410, s. 458. (100) bk. Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, C 1, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2017, s. 400-401.

Sonuç olarak Ayet el-Kürsi’de ezeli, ebedi, her şeyi yaratıp yöneten, her şeyin sahibi ve hâkimi olan, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten vb. sıfat ve özelliklere sahip olan Allah’a (c.c.), inanılması ve ibadet edilmesi bildirilir. İnanıp ibadet edilecek tek varlık odur.
A. Aşağıdaki soruları cevaplayınız. 
1. Evrendeki ölçü ve düzen ile ilgili örnekler veriniz.
2. İnsanın iradesi ve sorumluluğu ile kader arasındaki ilişki nedir? Açıklayınız.
3. Tevekkül inancı insana neler kazandırır? Belirtiniz.
4. Evrende her şeyin bir sonunun olması ne demektir? Örneklerle açıklayınız.
5. Ayet el-Kürsi’nin ana konusu nedir? Belirtiniz.
B. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan noktalı yerleri uygun kavramlarla tamamlayınız.
“tevekkül, küllî irade, kader, evrenin yasaları, ecel, rızık, kaza”
1. Allah’ın (c.c.) ezelden ebede kadar olacak her şeyin zamanı, yeri ve özelliklerini sınırsız bilgisiy­le bilmesi ve takdir etmesi yani belirlemesine.........................denir. 2. Allah’ın (c.c.) ezelde irade ve takdir ettiği şeylerin, yeri ve zamanı gelince, ezeldeki ilim, irade ve takdire uygun olarak yaratması ile meydana gelmesine.......................... denir. 3. Evrende görülen mükemmel ve değişmez ilkelere.........................................denir. 4. Allah’ın (c.c.) tüm canlılara yiyip içmek ve yararlanmak İçin verdiği her şeye............... denir. 5. Kişinin yapacağı işlerde kendisine düşen görevleri yapıp her türlü önlemi aldıktan, yeterli ve ge­rekli çalışmaları en güzel biçimde yerine getirdikten sonra Allah’a (c.c.) dayanıp güvenmesine, sonucu Allah’tan (c.c.) beklemesine...........................denir.
C. Aşağıdaki sorulardan her biri için dört cevap seçeneği verilmiştir. Seçeneklerden yalnız­ca biri doğrudur. Doğru seçeneği bularak işaretleyiniz. 1. “Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık...” (Hicr suresi, 22. ayet.) Yukarıdaki ayet aşağıdaki evrenin yasalarından hangisiyle ilgilidir?
A) Fiziksel B) Biyolojik C) Toplumsal D) Psikolojik 2. İslam’ın kader anlayışla ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
A) İnsan, evrenin yasalarına uygun yaşamalıdır.
B) İnsan, kendi sınırları içinde kaderini belirleme özgürlüğüne sahiptir.
C) İnsanın davranışları önceden belirlenir.
D) İnsan yaptıklarından sorumludur.
3. Halk arasında “alın yazısı ve yazgı” deyimleri aşağıdaki kavramlardan hangisiyle işikilen-dirilerek kullanılmaktadır?
A) Özgürlük B) Sorumluluk C) Kader D) Tevekkül 4. İslam geleneğinde “Kelimullah” olarak anılan peygamber aşağıdakilerden hangisidir?
A) Hz. İsa (a.s.) B) Hz. Musa (a.s.) C) Hz. Harun (a.s.) D) Hz. Süleyman (a.s.) 5. Aşağıdaki fiil ve davranışlardan hangisi insanın cüzi iradesi içindedir?
A) Kalp atışı B) Cinsiyeti C) Çalışması D) Milliyeti
Ç. Aşağıdaki ifadelerden doğru olanları başına (D), yanlış olanların başına (Y) yazınız.
 1. ( ) Dünya hayatının sona ermesi anına ecel denir.
 2. ( ) Allah (c.c.), evrendeki her şeyi bir ölçü, ahenk ve düzen içinde yaratmıştır.
 3. ( ) Toplumun ahlaki kurallara uyması biyolojik yasaların gereğidir.
 4. ( ) İnsanların ecelleri Allah (c.c.) tarafından belirlenir.
 5. ( ) İnsan, sonsuz bir irade gücüne sahiptir.
 6. ( ) Kader ve kazaya iman etmek İslam’ın şartlarındandır.
 7. ( ) Biyolojik yasalara, doğa yasaları da denir.
 8. ( ) Tevekkül, kader inancının bir sonucudur.
 9. ( ) İslam’a göre tevekkül, çalışma ve ilerlemeye engel değildir. 
10. ( ) Allah’ın (c.c.) evrende koymuş olduğu yasalardan biri de kişinin çalıştığının karşılığını elde etmesidir.
D. Defterinize, “Kadercilik Anlayışı ve Zararları” konulu bir kompozisyon yazınız.

23 Ekim 2018 Salı

İNGİLİZCE - 7



İNGİLİZCE 7. SINIF ÜNİTE 1 TIKLA

İNGİLİZCE 7. SINIF ÜNİTE 2  TIKLA

İNGİLİZCE 7. SINIF ÜNİTE 3 TIKLA

İNGİLİZCE 7. SINIF ÜNİTE 4 TIKLA

İNGİLİZCE 7. SINIF ÜNİTE 5 TIKLA

İNGİLİZCE 7. SINIF ÜNİTE 6 TIKLA

İNGİLİZCE 7. SINIF ÜNİTE 7 TIKLA

İNGİLİZCE 7. SINIF ÜNİTE 8 TIKLA

İNGİLİZCE 7. SINIF ÜNİTE 9 TIKLA

İNGİLİZCE 7. SINIF ÜNİTE 10 TIKLA

ACTIVITY PARTY TIKLA



6. ÜNİTE: ELEKTROSTATİK